Tuğrul Emre Kaya

Siyasi Şirk

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Ülkemiz coğrafi konumunu ve tarihsel sürecini göz önüne aldığımızda açıkça ifade edebiliriz ki Türkiye bir siyaset ülkesidir. Bir Norveçli, Tarım Bakanının adını bilmeyebilir, bizden başka hiçbir ülkede mahalle teşkilatlanması, müşahit sistemi yoktur mesela. Dolayısıyla siyasetle iç içe olmanın avantajları olduğu kadar dezavantajları da oluyor. Mesela bir devlet kurumunda, kapıdaki güvenlikten tutun, temizlik kadrosu, idari yönetim hep referanslı, torpilli kişilerden teşekkül ediyor.

Bazı kelime ve cümlelerde bu gibi siyasi ortamlarda anlamını kaybediyor, değerini yitiriyor. ‘’Rızkı veren Allah’’ öyle güçlü ve sihirli bir cümledir ki tam bir ihlasla ve samimiyet ile söylenir ve tatbik edildiğinde kâinata meydan okuyacak derecede maddi ve manevi güç verir insana. Max Müller tarafından tanımlanmış, Allah’a bağlanırken diğer tanrılarıda kabullenme biçimi olan henoteist yaklaşım maalesef dindar kesimde şu şekilde rastlıyoruz : Ahiret işleri için Cenabı Allah, Dünya işleri için makam ve para.

Bu henoteist yaklaşım maalesef siyasi teşkilat mensuplarında ve onlardan medet uman vatandaşların dilinde adeta pelesenk olmuş ‘’İşim x vekilde, ancak o çözer’’ , ’’Bu hayatta Ankara’da dayın olmazsa hiç bir işin olmaz’’ gibi, daha da çoğaltabileceğimiz son zamanların şirk kokan cümleleri. Şirk insanın kalbinde bulunabileceği gibi davranışlarına da yansıyabilir. Davranışa yansımış olan şirk, putlara tapmaktır, kalpteki ise insanlara güvenmek, yararın ve zararın onlardan geldiğini düşünmektir.

Güneşe şirk namına, Mecusilerin bir sultan gözüyle bakması gibi davranışlarımıza ve kalplerimize yansıyan, Allah’ın 99 ismindeki tecelliyi insanlara addederek, Şafi isminin tecellisini kapı kapı doktorda, Hak isminin tecellisini kapı kapı mahkemelerde ve Rezzak isminin tecellisini ise kapı kapı patronlarda arıyoruz. Sebep ve failin karışması, esbaba verilmesinin sonucudur bu. Şirk, kibriyaya dokunur, celalin izzetine dokunur ve azametine ilişir.

Adalet anlayışındaki çarpıklık ve zulümü görüp, Adaletin sadece Dünya’da sağlanabileceğini ve Dünya’ya has olduğunu düşünüyoruz.

Gurur, kibir gösteriş ve riyaya kapılıp kendimizi haşa sıradağları yaratmış olarak görüyoruz? Görmüyoruz madem, niye önemli !! insanların telefonlarını 2 kere çalmadan açarken, sıradan !! İnsanların aramalarına ve mesajlarına neden cevap vermiyoruz?

Şefaat ve Allah’a yönelmede aracı kullanıyoruz.

Ekonomik ve siyasi sebeplerden ötürü, duadan önce ilk kime başvuruyoruz? Allah’a mı, kula mı?

Aşırı sevgi veya korku hissiyatıyla, Allah’tan çok kimi seviyor, Allah’tan çok kimden korkuyoruz?

Liste uzar gider tabi ki, umarım fazla uzatmadan ana hatlarıyla konuyu anlatmışımdır. Dünyevi görevlerimizi yapacağız, fiiliyattan sonra aksiyona geçip temaslarımızı sağlayacağız fakat dikkat edeceğimiz ince ve kırmızı çizgimiz, Minnet ve tamahı asıl sahibine mi ediyoruz ve önceliğimiz kim?

Gerçekten Allah’ı tanıyor muyuz ve inanıyor muyuz?

Çünkü insan, Cenab-ı Hakk’ı tanımazsa ve ona tevekkül etmezse o vakit insan; gayet derecede âciz ve zayıf, nihayet derecede muhtaç, fakir, hadsiz musibetlere maruz, elemli, kederli bir fâni hayvan hükmünde olup bütün sevdiği ve alâka peyda ettiği bütün eşyadan mütemadiyen firak elemini çeke çeke, nihayette, bâki kalan bütün ahbabını bir firak-ı elîm içinde bırakıp kabrin zulümatına yalnız olarak gider.  Sözler

Aynada gördüğümüz güneşin değil gökyüzündeki güneşin bizi ısıttığını bilerek yaşayacağız. Kör deha ile vartaya düşüp, her şeyin Halik’ı olan Rabbimizi unutmayacağız, olayları tabiata isnat etmeyeceğiz, hakiki tesiri yaratılmışta bilmeyeceğiz. Çünkü başımıza bir musibet geldiği zaman; o yaratılmışlar, sebepler hep sağır, kör oluyor derdimize derman olamıyor.

İnsanın kendisine siyasi ve bürokrasi zırhı giydirip fütursuzca hareket etmesi, sadece makamına güvenmesi Ankebut Suresinde’ki ‘’örümcek ağından kendine yuva ve sığınak’’ örmesi gibidir. Ayetin devamında ‘’Ancak gerçek bilgi sahipleri kavrar ve anlar’’ der. O yüzden vesile ile neticeyi karıştırmamak lazım. Şükreden şirkten kurtulur.

Kabil’in silahı ”din”di, Habil’in silahı da ”din”di. Bu yüzden dinin dine karşı yürüttüğü mücadele de insanlık tarihinin demirbaşlarındandır. Bir tarafta Allah’a ortak koşan, toplumda şirke ve sınıf ayrımına gerekçe hazırlayan  ”şirk dini”, öbür tarafta da Allah’ın birliğini, bütün sınıfların ve ırkların eşitliğini savunan ”tevhid dini” . Kabil ölüp de ”Habil düzeni” yeniden kurulana kadar bu devam edecektir.

Ali Şeriati

Siyasi Şirk

Yorumlar kapalı.