Yusuf Yavuz

Sular tarihin ve coğrafyanın hafızasıdır…

Sular tarihin ve coğrafyanın hafızasıdır...
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Suyolları, geçitler, köprüler, uçurumlar ve koca bir coğrafyanın ürettiği türküler, masallar, destanlar sırf konfor ve kolaylık iddiasıyla yok ediliyor. Eğer suyolları olmasaydı Akdeniz dünyasının öbür ucunda oynanan bir çocuk oyununun Torosları aşıp Anadolu içlerine ulaşması da mümkün olmayacaktı. Suyolları olmasaydı, bugün halen Akdeniz kentlerinin düğünlerinin olmazsa olmazı halinde varlığını sürdüren Cezayir türküsü kulaktan kulağa taşınmayacaktı. Ekmekten tuza, dilden gönüle, düğünden bayrama, Hacı yağından lavantaya; ‘Avrupa sürmüş’ yârin ensesinin güzel kokusuna uzanan bir yaşam aktarımının öyküsü suyollarında saklıydı.

Çoğu öykü coğrafyanın çıkınını hiç açamadan yitip gitti…

Sulak alanlarını çöplük gibi kullanan, atık boşaltım alanı gibi gören zihniyetin yarattığı tahribat, yalnızca ekolojik olarak değil, ekonomik olarak da çok büyük bir katkı sağlayan sulak alanların kirlenmesine, yok olmasına neden oluyor…

Karstik yapısından dolayı bir tür sular kenti olan Antalya Türkiye’nin bütün içilebilir sularının yaklaşık yüzde 7’sine ev sahipliği yapıyor. Kaledran Çayından Eşen Çayına kentin doğu ve batı sınırlarını iki nehir belirliyor. Kuzeyindeki dağlık coğrafyadan Akdeniz’e inen ulu nehirler Antalya’nın verimli ovalarını yarattı. Kaledran, Hacı Musa, Bıçkıcı, Alara, Manavgat, Köprüçay, Aksu, Düden, Karaman Çayı, Göksu, Boğaçay, Sarısu, Ağva, Alakır, Akçay, Demre Çayı ve Eşen Çayı dışında onlarca irili ufaklı dere Antalya’nın Toroslardan aldığı can sularıdır.

Birçoğu HES’lerle, göletler ve barajlarla kelepçelenen bu sular artık eskisi gibi Akdeniz’e organik besin taşıyamıyor. Kaynağını aldığı dağların vahşi madencilikle, mermer ve taş ocaklarıyla delik deşik edilmesi yüzünden kimi yerde Boğaçay gibi heyecanlı ve hırçınca, kimi yerde ise Aksu gibi süzüle süzüle, kıvrıla kıvrıla Akdeniz’e inen sular enerjisini yitirmiş durumda.

Bir suyun enerjisi, yalnızca o sudan elektrik üretilmesi ya da kanallara alıp bağ-bostan sulanmasıyla ölçülmez. Bu kentin sularının enerjisi Davraz’ın Akdağ’ın, Dedegöl’ün, Taşeli Platosu’nun zirvelerine düşen kar tanelerinin; ulu ardıçların, sedirlerin, Torosların heybetli köknarlarının, karaçamlarının dallarında eğleşen kar tanelerinin enerjisidir aynı zamanda. Kurutulan Kestel Gölü’nün, Avlan’ın, Altınbeşik’in, Dumanlı’nın, Kırkgöz’ün ve hatta Beyşehir, Eğirdir ve Burdur göllerinin de enerjisini Akdeniz’e taşır coğrafya. Görünmez yeraltı nehirlerinin, iğne ucu büyüklüğünden metrelerce genişliğe uzanan karstik kayaçların da enerjisidir bu.

Kaş’ın Kaputaş sahili bu yüzden büyüleyici şekilde beyaz kumlarla turkuaz suların buluşmasına ev sahipliği yapar. Soyun yolu uzadığı için Lara-Kundu-Belek sahilleri bu yüzden ince kumlu, dağlardan kopup gelen suyun yolu kısa olduğu Konyaaltı, Beldibi, Göynük, Kemer kıyıları bu yüzden iri kumlu ve çakıllıdır.

Tarihi ve kültürel coğrafyanın sürekliliğini de taşıyan su kaynakları aynı zamanda kentlerin ve toplumların belleği olduğu gibi her biri doğal birer geçit olmasından dolayı iletişim ve etkileşim alanlarıdır. İç Anadolu’da Tuz Gölünden tuz taşıyan kervanlar nehir havzalarından Torosları aşarak Antalya’nın liman kentlerine ulaşır. Anadolu dağlarının ormanlarından kesilen keresteler, ovalarında yetişen buğday, bozkırlarda otlayan koyunların yünleri de benzer yolları takip eden kervanların sırtında taşındı durdu. Mısır’dan, Suriye’den, Kıbrıs’tan Cezayir’den, Venedik’ten, Marsilya’dan gelen mallar, nehir vadilerindeki yollar aracılığı ile yine Torosları aşarak Anadolu içlerine ulaşır. Konya’nın kerpiç evlerinde içilen bir fincan kahveyle, Burdur’un, Elmalı’nın, Beyşehir’in dağ köylerindeki bakır kapları ağartıp yüzünü güldüren kalaylar yine hep aynı vadileri aşıp ulaştı son duraklarına.

Marsilya’nın kiremidiyle, Isparta’nın dokumaları; Dimyat’ın pirinciyle, Akseki ve Alanya dağlarının sedirleri nehir vadilerini aşan yollardan taşınarak takas edilip durdu binlerce yıldır.

İnsanoğlunun mühendislik başarısının geçmişi, binlerce yıllık bu akışın içinde henüz devede kulak misali bir yer tutsa da son yıllarda tarihin hafızası olan bu doğal geçitler ne yazık ki çok başka amaçlarla kullanılır oldu. Artık nerede bir su kaynağı, nerede bir nehir vadisi varsa orada mutlaka bir yıkım projesi var. Adı bazen baraj, bazen HES bazen de gölet oluyor. Suyun kurallarına uymak yerine, suya kural belirlemek arasındaki ince çizgide hep ikincisini seçen bir idarecilik yöntemiyle ne yazık ki ağır bedeller, faturalar ödeniyor.

Bugün doğudan batıya 642 kilometrelik bir kıyı şeridine sahip olan Antalya’da dağlardan denize inen akarsuların hemen hepsinin üzerinde birden fazla insan müdahalesi var. Selinus, Aspendos, Perge, Pamphylia, Olbia, İdyros, Olimpos, Gagai, Arycanda, Myra, Ksantos ve Patara gibi antik dönem kentlerinin yaşam kaynağı olan nehirler, bugün o kentlerin kıyısında ya da yakınlarında yükselen yerleşimlerin eliyle betondan birer kanala dönüştürülüyor. Tarihin ve coğrafyanın binlerce yıllık hafızası son birkaç yılda insan eliyle siliniyor.

Suyolları, geçitler, köprüler, uçurumlar ve koca bir coğrafyanın ürettiği türküler, masallar, destanlar sırf konfor ve kolaylık iddiasıyla yok ediliyor. Eğer suyolları olmasaydı Akdeniz dünyasının öbür ucunda oynanan bir çocuk oyununun Torosları aşıp Anadolu içlerine ulaşması da mümkün olmayacaktı. Suyolları olmasaydı, bugün halen Akdeniz kentlerinin düğünlerinin olmazsa olmazı halinde varlığını sürdüren Cezayir türküsü kulaktan kulağa taşınmayacaktı. Ekmekten tuza, dilden gönüle, düğünden bayrama, Hacı yağından lavantaya; ‘Avrupa sürmüş’ yârin ensesinin güzel kokusuna uzanan bir yaşam aktarımının öyküsü suyollarında saklıydı.

Çoğu öykü coğrafyanın çıkınını hiç açamadan yitip gitti…

Hiçbir ruh kazısı yapamadık, coğrafyanın belleğine sinmiş hiçbir sözün peşine düşemedik; üzerine birikmiş zamanın tortusunu gönül fırçamızla temizleyip binlerce yıllık ortak belleğimizin köklerine dokunamadık.

Belki de bu yüzden bitmeyen bir huzursuzlukla, her gün yeni bir yıkıma uyanıyor, her gün yeni bir yağma seferine çıkanların yarattığı yangında debelenip duruyoruz.

Oysa koynunda büyüdüğümüz bu güzel coğrafya hepimizin ortak öyküsü ve masalıydı.

Otla çeliğin, çimenle çimentonun savaşında tıpkı yaralı topraklar gibi sellere karışarak yitip giden işte bu benzersiz masaldır…

Dinleyin, yitip giden sizin masalınızdır…

Sular tarihin ve coğrafyanın hafızasıdır…

Yorumlar kapalı.