Öyle bir yerdeyiz ki şimdi ne desek aşka dair, yarım kalır.
İnsan iki kere, üç kere belki de dört kere âşık olmayı becerebilir mi?
Ya da en sevdiğini toprağa verip acısını taze toprakla kapattıktan ne kadar sonra başkasına o gözle, aşkla
bakabilir? Türk Edebiyatının ustalarından olan Şair-i Azam olarak anılan Abdülhak Hamit’ten
bahsediyoruz tabi ki… Eşinin ölümü üzerine Makber şiirini yazan acısını mısralara ilmek ilmek işleyen
şairden. Hani şiiri ile isminin özdeşleştiği şairimizden.
Peki ne demişti şiirinde Abdülhak Hamit:
Eyvâh! .. Ne yer, ne yâr kaldı,Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.Şimdi buradaydı gitti elden,Gitti ebede gelip
ezelden.
Ben gittim o hâksâr kaldı,Bir kûşede târumâr kaldı.Bâkî o, enîs–i dilden eyvâh! Beyrût’ta bir mezâr kaldı.
Evet, bu dizeler kendisine sırılsıklam âşık olan Fatma Hanım’dan başkasına yazılmadı. Tanışmaları ve
aşkları da bir hikâyeden alıntı gibiydi. Abdülhak Hamit Tarhan’ın aldığı bir mektup onu yollara düşürdü.
Ona çok âşık bir kadının duygularının yansımasından oluşuyordu paragraflar. Ve bu nazik, kibar, aşk
dolu kadına karşılıksız kalamadı şair. Uğruna nişanlısından ayrıldı ve Fatma Hanımla evlendi. Aşk dolu
güzel yıllar Fatma Hanımın verem olmasıyla acı dolu günlere dönüştü. Kısa süre sonra eşinin ölümü
üzeriyle yazılmıştı Makber; tam 2352 mısra 294 bentten oluşuyordu şiir. Ama başta da söyledik ya insan
en sevdiğini kaybettikten ne kadar zaman sonra başkasına sevgili gözüyle bakabilir diye işte bu nokta da
rivayete göre cenaze töreninde tanıştığı Nelly Hanımla evlendi Abdülhak Hamit Tarhan. Sonrasında da
hayatına giren kadınlar oldu ve dört evlilik yaptı. Hayat kaybettiklerimizin acısını sonsuza kadar tutacak
kadar uzun olmasa da sevdiğimizi mezara verirken aşık olacak kadar da kısa olmasa gerek. Karar sizin..