Prof. Dr. M. Bülent Ertuğrul

Aşı (IV)

Aşı (IV)
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Aşının ülkemizdeki serüvenine bu hafta da devam edelim. Yine II. Abdülhamit zamanındayız ve Osmanlı’da ilk aşı üretim merkezi 1880’de bir İtalyan hekim olan Giovanni Battista tarafından Beyoğlu’nda “Etablissement Vacciogene” adlı ile kurulan özel merkezdir.  Devlet biraz gecikir ve Paris’e giden üç kişiden biri olan Dr. Hüseyin Remzi Bey‘in öncülüğünde 22 Temmuz 1892’de aşı üretim merkezi “Telkinhane-i Şahane” kurulur. Bu merkez 1892 – 1919 yılları arasında yaklaşık 35 milyon doz aşı üretir ve üretilen bu aşılardan 220 bin dozu Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Fransa’ya ihraç edilir. Bir yıl sonra 1893 yılında ise Pasteur Enstitüsü’nden gelen Dr. Maurice Nicolle ve padişah tarafından görevlendirilen Hasan Zühtü Nazif Bey tarafından “Bakteriyolojihane-i Şahane” kurulmuş bu merkez 1911’de tifo, 1913’te kolera, dizanteri ve veba aşılarını üretmeye başlamıştır. Bir başarı da tifüs hastalığına karşı kazanılmıştır. 1. Dünya Savaşı sürerken askerlerde yaygın olan bit nedeniyle yayılan tifüs hastalığına karşı çözüm arayışına giren Dr. Reşat Rıza (Kor) ve Dr. Mustafa Hilmi (Sağun) hastalık etkeni henüz dünyada izole dahi edilememişken 1914’de dünyada ilk kez tifüs aşısını geliştirmişlerdir. İzmir’i unutmayalım. Yıl 1916, İzmir’de ilk baktriyolojihane kurulur ve burada da aşı üretilmeye başlanır. İstanbul’un işgali sonrası Bakteriyolojihane-i Şahane önce Eskişehir’e daha sonra Kırşehir’e taşınarak Kurtuluş Savaşı sırasında Kuva-i Milliye’ye hizmet vermeye başlamıştır. Ayrıca bu dönemde İstanbul’dan Anadolu’ya geçen doktorlar Sivas’ta önceden kurulmuş olan bakteriyolojihaneye (Cumhuriyet döneminde Sivas Aşı Kurumu) giderek çiçek, kolera ve tifo aşısını üretmişlerdir.

Cumhuriyetin kurulması ile beraber Sağlık Bakanı olarak atanan Dr. İbrahim Refik Saydam ve ülkemizin Pasteur’u olarak tanımlanan Dr. Zekai Muammer Tunçman‘ın çalışmaları ile 1926’da tüberküloz aşısı geliştirilmiştir. 1928’de tüm bu çalışmaların bir çatı altında yapılması amacıyla Ankara’da Merkez Hıfzısıhha Enstitüsü kurulur ve Ankara, Sivas, Eskişehir, Kastamonu, İzmir ve İstanbul’daki bakteriyolojihaneler, aşı üretim laboratuvarları, kimyahaneler bu kuruma bağlanır. 1931’de Türkiye’de difteri ve tetanoz aşıları da üretilmeye başlanır.

Buraya başka ilginç bir not koyalım. 1938-1940 yılları, Çin’de kolera salgını binlerce insanın ölümüne neden oluyor. Peki zamanın Çin hükümeti aşı için kimden yardım istiyor dersiniz? Türkiye’den. Çin’e 1 milyon aşı yardımını Türkiye Cumhuriyeti yapıyor. Buradan zamanımıza yani 2021 Ocak ayına gelelim. Covid-19 pandemisinin ilk aşılarından birini üreten Çin’den ülkemize ücreti ödenerek Covid-19 inaktive aşısı törenlerle Ankara’da karşılandı. Notu bırakıp devam edelim.

1940’lı yıllar sırasıyla diğer bulaşıcı hastalıklara karşı da aşıların üretildiği ve sadece ülkemizdeki hastalıkları önlemekle kalmayıp bu aşıları ihraç ederek dünyada aşı üretimi yapan önde gelen ülkelerden biri haline geldik. 1951de Hıfzısıhha Enstitüsü Dünya Sağlık Örgütü tarafından dünyaya örnek gösterilen bir kurum olarak 17 farklı aşıyı üretmekteydi ve kurumun aşı üretimi sayesinde 1960-70’li yıllarda aşı ithalatı neredeyse sıfıra inmiş üretilen aşıların bir kısmı yine ihraç edilmiş bir kısmı ise Afrika’da bu aşılara gereksini olan ülkelere yardım olarak gönderilmiştir.

Peki böylesine başarılı bir öykünün devamının mutlulukla devam etmesi gerekmez miydi?. Bu sorunun yanıtı ülkemizde ne yazık ki “HAYIR“. 1983’de adı Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü olan kurum gerekli yenileme yatırımları yapılmadığından 1998 yılında aşı üretimine son vermiş v 2011 yılında ise kapatılarak Halk Sağlığı kurumuna devredilmiştir. Yani mutsuz bir son.

Türkiye şu anda aşı konusunda tam anlamıyla dışa bağımlı bir ülkedir. Günümüzde Yaradılış düşüncesinin eğitimin içine hem de biyoloji kitaplarına bölüm olarak eklenmeye çalışılması düşünüldüğünde aslında bu mutsuz son hiç şaşırtıcı değil. Çünkü aşıyı anlamak için evrimi bilmelisiniz, tek hücreli canlıları, virüsleri ve bulaşıcı hastalıkların doğasını tanımalısınız. Sağlığın bir bütün olduğunu, koruyucu sağlık çalışmalarının bu bütün içinde önemini ve en önemli koruyucu sağlık hizmetlerinin bulaşıcı hastalıklara karşı aşılar ile verilebileceğini bilmelisiniz. Aslında kısaca bilime önem vermelisiniz. Bilime önem verilmediğinde yaşanan sadece mutsuz son değil bazı zamanlar bir felaket olabilir. Ülkemizde sık yaşadıklarımız gibi.

Kalın sağlıcakla.

Aşı (IV)

Yorumlar kapalı.