Dijitalleşme, yalnızca günlük yaşamımızı kolaylaştırmakla kalmıyor; aynı zamanda beynimizin işleyişini ve duygusal dengemizi de köklü biçimde değiştiriyor.
BEYNİN DİKKAT SİSTEMİ DİJİTALLEŞMEYLE DOĞRUDAN HEDEF ALINIYOR
Erol, çağımızın en büyük getirisi olan dijitalleşmenin, kişinin dış dünyayla kurduğu ilişkileri dönüştürmekle kalmayıp, “Aynı zamanda zihinsel yapılanmasını, duygusal düzenleme kapasitesini ve davranış örüntülerini de belirgin şekilde etkiliyor.” dedi. Özellikle sosyal medya platformlarının kullanıcıya sürekli yeni ve yüksek uyarım içeren içerikler sunduğunu belirten Erol, bunun beynin dikkat sistemi üzerinde doğrudan etkili olduğunu ifade etti.
İnsan beyninde dikkat sisteminin merkezinde yer alan prefrontal korteksin, dış uyaranlar arasında seçim yapmayı, dikkat odağını sürdürmeyi ve dürtüleri kontrol etmeyi sağladığını kaydeden Erol, “Sosyal medya uygulamaları, özellikle reels, shorts, stories gibi kısa süreli içeriklerle bu bölgeleri sürekli uyararak, dopaminerjik ödül sisteminde yapay bir aşırı duyarlılık oluşturur.” dedi.
DİJİTAL İÇERİK TÜKETİMİ DOPAMİN DENGESİNİ BOZUYOR
Erol, beynin doğal olarak haz ile bağlantılı dopamin salınımını, öğrenme, keşfetme ve bağlantı kurma gibi anlamlı aktivitelerde deneyimlemeye programlandığını belirterek, “Ancak dijital içeriklerin hızlı tüketimi, bu dopaminerjik sistemi kolay hazlar üzerinden uyarır ve uzun vadede dopaminin doğal salınımını bozar.” diye konuştu.
Bu durumun haz eşiğinin yükselmesine ve sıradan aktivitelerden alınan keyfin azalmasına yol açtığını vurgulayan Erol, şunları ekledi:
“Diğer bir ifadeyle kişi artık basit bir yürüyüşten, kitap okumaktan ya da bir sevdiği insanlarla zaman geçirmekten keyif alamamaya başlar, çünkü beyin yüksek uyarana koşullanmıştır. Bu değişimlerin davranış boyutunda karşılığı ise dikkat eksikliği, dürtüsel kararlar, tahammülsüzlük, sabırsızlık, düşük içsel motivasyon ve ilişkilerde yüzeysellik olarak kendini gösterir.”
Özellikle genç bireylerde odaklanma zorluğu ve içsel huzursuzluk şikayetlerinin temel sebebinin çoğu zaman dikkat eksikliği değil, haz eşiğinin yükselmesi olduğunu belirten Erol, beynin sessiz bir ortamda kalmakta zorlandığını ve dış uyarıcı olmadığında boşluk hissi yaşandığını ifade etti.
SAĞLIKLI PSİKOLOJİ, OLUMSUZ DUYGULARA DA YER AÇABİLMEYİ GEREKTİRİYOR
Haz odaklı zihinsel yapılanmanın, kişinin duygu düzenleme becerilerini zayıflattığını söyleyen Erol, “Anlam üretimi, sabretme, bekleme, belirsizliğe tahammül etme gibi zihinsel beceriler körelir. Oysa sağlıklı bir psikolojik işleyiş için yalnızca pozitif uyaranlarla değil, olumsuz duygularla da temas edebilme ve bu duygulara yer açabilme becerisi gerekir.” dedi.
Bireylerin olumsuz duygularla karşılaştığında kaçınma veya bastırma yoluna gitmesinin, duyguların işlenmeden zihinde kalmasına ve uzun vadede anksiyete, boşluk hissi ile duygusal tükenmişliğe neden olabileceğini belirten Erol, “Haz odaklı sistem, sürekli olumlu deneyimlere yönlendirir. Bu nedenle hüzün, öfke, yalnızlık gibi duygularla karşılaşıldığında birey bunlarla baş etmek yerine dikkat dağıtma yollarına başvurur.” açıklamasını yaptı.
Sosyal medya dengeli kullanıldığında içsel kontrol yeniden kazanılır
Dijital çağın sunduğu imkânlardan tamamen uzaklaşmanın gerekmediğini ifade eden Erol, sağlıklı kullanım için önerilerini şöyle sıraladı:
“Yönetilebilir hale gelmesi için kişinin ekran karşısında geçirdiği zamanı bilinçli bir şekilde yapılandırması, dijital farkındalık kazanması ve dopamin sistemini düzenleyen doğal aktivitelere yönelmesi büyük önem taşır. Günde belirli saatlerde telefondan tamamen uzaklaşmak, özellikle günün ilk ve son saatlerinde ekran maruziyetini azaltmak. Egzersiz yapmak, doğada vakit geçirmek, üretken faaliyetlerde bulunmak; çizim, yazı, el işi gibi, anlamlı sohbetler ve gönüllülük faaliyetlerine katılmak. Meditasyon, nefes çalışmaları, mindful yürüyüşler gibi pratiklerle dikkat kasını yeniden güçlendirmek. Anlık iyi hissetmelerin uzun vadeli doyum sağlamadığını; sürdürülebilir tatminin ancak değer temelli anlam yüklü eylemlerle mümkün olduğunu içselleştirmek. Başkalarının paylaştığı görüntülerin gerçekliği yansıtmadığını, hayatın yalnızca en iyi anlarından oluşmadığını hatırlamak.”