Alzheimer, dünya genelinde hızla artan ve özellikle ileri yaşlarda sık görülen bir hastalık olarak dikkat çekiyor. Günümüzde çoğumuzun gündelik yaşamda yaşadığı unutkanlık, çoğu zaman yaşlılıkla ilişkilendirilse de, aslında Alzheimer’ın ilk sinyali olabiliyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, dünya genelinde yaklaşık 55-57 milyon kişi demans ile mücadele ediyor ve bu kişilerin büyük çoğunluğunu Alzheimer hastaları oluşturuyor. Her yıl yaklaşık 10 milyon yeni demans vakası bildirilirken, uzmanlar bu sayının 2050’ye kadar iki katına çıkacağını öngörüyor.
Acıbadem Ataşehir Hastanesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Neşe Tuncer, Alzheimer hastalığında erken tanı ve tedavinin önemine dikkat çekerek, şunları söylüyor:
“Erken tanı ile tedavi sayesinde Alzheimer’ın ilerleme hızı yavaşlatılabilmektedir. Böylece, hem hastalığın yükü hem de bireylerin ve ailelerin karşılaştıkları zorluklar büyük oranda azaltılabilmektedir.”
Prof. Dr. Tuncer, erken tanı için belirtilerin fark edildiği anda bir nöroloji uzmanına başvurulması gerektiğini vurguluyor:
“Unutkanlık günlük yaşamı etkilemeye başladığında, aynı sorular sık tekrarlandığında veya kişilik değişiklikleri fark edildiğinde hemen bir nöroloji uzmanına başvurulması gerekmektedir.”
65 YAŞ SONRASI RİSK ARTIYOR
Alzheimer, beyinde ilerleyici sinir hücresi kaybına yol açan nörodejeneratif bir hastalık ve demansın en yaygın nedeni. Hafıza kaybı, zaman ve mekan karışıklığı, dil ile yürütücü işlevlerde bozulma ve günlük yaşam aktivitelerini etkileyen bilişsel gerileme ile kendini gösteriyor. Türkiye’de net veriler olmamakla birlikte, 600 binin üzerinde Alzheimer hastası olduğu tahmin ediliyor. Hastalık riski 65 yaşından sonra her beş yılda bir yaklaşık iki katına çıkıyor; bu durum toplum yaşlandıkça hasta sayısının artmasına yol açıyor.
BEYİNDEKİ SİNSİ DEĞİŞİM 20 YIL ÖNCE BAŞLIYOR
Alzheimer’ın temel mekanizması, beyinde amiloid-beta proteininin birikimi, tau proteininin anormal şekilde fosforillenmesi, sinir hücrelerinde iletişimin bozulması, nöron kaybı ve kronik iltihabi süreçleri kapsıyor. Bu değişiklikler, hastalığın belirtileri ortaya çıkmadan yaklaşık 20 yıl önce başlıyor.
Prof. Dr. Tuncer, süreci şöyle özetliyor:
“Hastalık henüz belirti vermeden 20 yıl kadar önce amiloid–beta proteini beyinde birikmeye, 10 yıl öncesinde de tau proteini yumaklar şeklinde çoğalmaya ve yayılmaya başlamaktadır. Bu süreçlerin ardından Alzheimer hafif bilişsel bozulmayla ilk sinyallerini verirken, beş yıl sonrasında ise demans günlük yaşamı olumsuz etkileyecek düzeye ulaşmaktadır.”
GENETİK YATKINLIK RİSK FAKTÖRÜNÜ ARTTIRIYOR
İleri yaş Alzheimer için en önemli risk faktörü olurken, genetik yatkınlık da belirleyici rol oynuyor. Prof. Dr. Tuncer, APOE ε4 geninin etkisini şöyle aktarıyor:
“Bu genin bir kopyasına sahip kişilerde risk 3-4 kat, iki kopyasında ise 8-15 kata kadar çıkabilmektedir. Ancak aile öyküsü Alzheimer riskini anlamlı biçimde artırsa da hastalığın kesin olarak gelişeceği anlamına gelmemektedir.”
Ayrıca, orta yaş hipertansiyonu, diyabet, obezite, sigara kullanımı, yüksek kolesterol, işitme kaybı, sosyal izolasyon, depresyon ve kafa travmaları gibi faktörler de Alzheimer riskini yükseltiyor. Lancet Komisyonu verilerine göre, bu değiştirilebilir risk faktörlerinin kontrolüyle Alzheimer ve diğer demans tablolarının yüzde 40-45’i önlenebiliyor veya geciktirilebiliyor.
ERKEN TANI HAYAT KURTARIYOR
Alzheimer, demans evresine ulaşmadan önce “Hafif Bilişsel Bozukluk” döneminde veya hastalık henüz belirtiler göstermeden tespit edilebiliyor. Prof. Dr. Tuncer, erken tanının önemini şöyle açıklıyor:
“Yeni geliştirilen hastalık modifiye edici tedaviler en çok Alzheimer’ın erken evrelerinde, yani unutkanlık yeni başlamışken veya hafif bilişsel bozukluk aşamasında fayda sağlıyor. Ayrıca, erken tanı hastaların ve ailelerinin bakım planlaması yapabilmelerine, hukuki ve sosyal düzenlemeler için zaman kazanmalarına ve risk faktörlerini daha etkin şekilde yönetebilmelerine olanak tanıyor.”
TANIDA YENİ TESTLER VE GÖRÜNTÜLEME YÖNTEMLERİ
Alzheimer tanısında artık detaylı klinik öykü, nöropsikolojik testler, laboratuvar tetkikleri ve beyin görüntüleme yöntemlerinin yanı sıra kan testleri ve ileri görüntüleme yöntemleri de kullanılabiliyor. Prof. Dr. Tuncer, bu yöntemlerin önemini vurguluyor:
“Görüntüleme biyobelirteçleri olan amiloid ve tau PET yöntemleri, Alzheimer’ın erken tanısının konulmasını sağlamalarının yanı sıra yeni tedaviler için hastalığın beyindeki yükünü doğrudan göstererek doğru hasta seçimini mümkün kılmaktadır. Kan biyobelirteçlerinin (örneğin p-tau217, Aβ42/40 oranı) kullanıldığı testler de hem daha kolay uygulanabilen hem de daha invaziv yöntemler olarak erken tanıda yerini almaktadır.”
TEDAVİ VE YAŞAM KALİTESİNİ KORUMAK
Tam bir kür mümkün olmasa da, semptomatik ilaçlar ve yaşam tarzı önlemleri ile Alzheimer’ın ilerlemesi yavaşlatılabiliyor. Prof. Dr. Tuncer tedaviye dair önerilerini şöyle sıralıyor:
“Tedavi sürecinde hipertansiyon, diyabet ve kolesterol gibi eşlik eden hastalıkların iyi kontrol edilmeleri gerekmektedir. Ayrıca, hastaların ilaçlarını düzenli kullanmaları, fiziksel ve zihinsel olarak aktif kalmaları, sağlıklı beslenmeleri (Akdeniz tipi diyet) ve sosyal yaşamlarını sürdürmeleri önerilmektedir. Düzenli egzersiz, işitme kaybının tedavisi, sigara ve aşırı alkolden uzak durmak, düzenli ve kaliteli uyku da hem beynin hem damarların sağlığını desteklemektedir.”
Alzheimer hastalığıyla mücadelede erken farkındalık, risk faktörlerinin yönetimi ve doğru tedavi yöntemleri hayat kalitesini artırıyor, hastalığın seyrini yavaşlatıyor. 21 Eylül Dünya Alzheimer Günü, bu sessiz sinsi düşmanı tanımak ve bilinçlenmek için önemli bir fırsat sunuyor.