Bundan böyle hayatı sadece sorarak, sorgulayarak değil; soluyarak da yaşayacaktım. Aldığım her yeni nefeste, bir öncekine göre değişmiş olduğumu bilerek, yaşama aşkla bağlanacaktım. Yaptığım her işin içine önce inanç, sonra tutku katacaktım. Son nefesime kadar, insanların gerçeği öğrenmeleri için çabalayacaktım. Romanımda kahramanımız böyle söz veriyordu kendisine.

İnsan dünyanın sahibi değil bir parçası olduğunu kabul ettiğinde biraz daha yaşanabilir bir Evren yaratacağız birlikte. Belki o zaman kendimizi Delirmiş Evrenin Ortasında hissetmeyiz… Neden geldiğimizden daha iyi bir dünya bırakıp gitmeyelim? Ayrılırken bir parça iyilik, güzellik bırakıp gitmemiz daha hoş olmaz mı, varlığımız daha anlamlı hale gelmez mi?

”Kendi ışığına güvenen, başkasının parlamasından rahatsız olmaz.” Gerek iş gerekse sanat dünyasında epeyce vakit geçirip tecrübe edinince bu sözün ne kadar doğru olduğunu kavradım doğrusu.

Öyle insanlarla karşılaştım ki, size ilham olmaya çabalayan, el uzatan, yol gösterip yol açan; onlar kendi ışıklarından emin olanlardı. Işığı büyütmenin yolunun daha fazla insanın parlamasına izin vermek olduğunu bilecek kadar bilgelerdi üstelik.

Fakat öyle insanlarla da karşılaştım ki, ondan bir adım öne çıkacak, daha çok fark edileceksiniz diye takmadığı çelme kalmayan, arkanızdan sürekli konuşan, dedikodu üreten, mutluluğunuzu fark ettiği anda bozmak için uğraşan… Bu insanlar bazen iki sektörde de köşeleri tutmuş olabilir zaten korkuları da hak etmeden bulundukları o yerleri kaybetmektir.

Her zaman iyi ve kötü insanlar olacak, mesele direnebilmek ve kendini bilmekle ilgili. Yoksa iki uç arasında çok ince çizgi var. Ne dersiniz?