Edebiyat dünyamız çok önemli bir yazarını ve dahası dünyamız çok iyi bir insanı kaybetti; ben de iyi bir dostu… İnsan daha çok vaktimiz olur, nasılsa birlikte geçirilecek daha çok günümüz var diyerek sevdiklerini ihmal ediyor genelde. Ölüm hep başkalarına uğrar, bizden ve sevdiklerimizden uzak durur sanıyoruz. Aksini düşünsek belki de yaşamaya devam etmek çok güç olur. Bir de bazı insanlara ölümü hiç yakıştıramazsınız, öyle hayat dolu, sevgi doludur ki; ölüm onun kapısını çalmaya utanır gibi gelir. Oysa yaşamda tek adil olan şey; hepimizin bir gün ölecek oluşu…

Mario Levi ile dostluğumuz 8 yıla dayanıyordu. İlk olarak İzmir’de bir edebiyat söyleşisi için bir araya gelmiştik. Dikkatimi çeken ilk şey, nezaketi ve dili kullanmada gösterdiği özendi. Yazarken nasıl bir dil işçiliği sergiliyorsa, bunu gündelik sohbette de sürdürüyordu. Güler yüzlüydü. Bizde yazarlar mutsuz, somurtkan, huysuz olur, gibi bir algı vardır biliyorsunuz. Belki de zamanında ciddiye alınmak için böyle bir duruş sergilemeyi uygun bulmuştur bizden önceki kuşağın yazarları, kim bilir. Oysa Mario hep gülümserdi. Dahası gülerken gözleri de ona eşlik ederdi. Bilirsiniz, sahte gülümsemelerde dudak belki kıpırdar ama yüz mimikleri ona her zaman eşlik edemez, kendini ele verir aniden. İşte Mario’nun tebessümü sahici ve kucaklayıcıydı. Birlikte dersler de verdik. Öğrencilerine verdiği kıymet onun edebiyata gösterdiği hassasiyetten kaynaklıydı, hemen anlamıştım. Dahası geleceğin okurlarını da yetiştirdiğine inanıyordu, sadece yazarlarını değil. Edebiyata başlayan birçok kişinin yolu bu nedenle onunla bir atölyede kesişmiştir sanırım.

Hastalığını Balıkesir’de, ressam Devrim Erbil için düzenlediğimiz özel bir gecede açmıştı ilk bana. Üzüldüğümü görünce hemen, iyileşiyorum, merak etme, diye eklemişti. İnanmıştım. Belki de öyle olsun istediğim için, amansız o hastalıkla baş edebileceğini düşünmek istedim. Sonrasında bir yaz akşamı, Seferihisar’da İnci Aral, Yekta Kopan ve onunla bir edebiyat sohbetinde buluşmuştuk. Hem öncesinde hem de sonrasında birlikte yediğimiz o akşam yemeğinde ne çok gülmüştük. Gülecek bir şeyler bulmayı hep başarmıştık. Acı haberi alıp paylaşınca, ustam saydığım İnci Aral aradı. O da inanamamıştı, benden duyup emin olmak, biraz da bu erken gidişin sebebini anlamak istiyordu. İkimiz de Mario gibi bir beyefendinin yokluğunun edebiyatta da hayatta da dolmayacağını konuştuk, dertleştik. Bizler, mesleğimizin gerekli kıldığı bir yoğunluk ve genelde seyahatler nedeniyle ancak kitap fuarlarında ya da davetli gittiğimiz böylesi farklı şehirlerde, sohbetlerde gelebiliriz yan yana ama gelir gelmez, aradan geçen zaman unutuluverir. Çünkü kalpten bir dostluğumuz vardır. Her yazarla değil belki ama yıllardır süren böyle dostluğumuz da çoktur. Bu da büyük bir şanstır elbette. Çünkü derinlikli bir muhabbeti herkesle paylaşamaz insan. İşte Mario bir okyanus kadar derin bir adam, gerçek bir entelektüeldi. Eserleri elbette yaşayacak ama bence birçok arkadaşı onu sıklıkla anmaya, özlemeye devam edecek. Bu hayatın içinde hafif adımlarla geçmeyi başaranlardan oldu Mario Levi… Seni unutmayacağız dostum.