Dünkü yazımda, sanatın her işe yaradığı için bir işe yaramaz gibi algılandığından söz etmiştim ve Romanya’daki kahramanlık filmlerinin ülkeye gizlice sokulmaya başlamasıyla halkta oluşan farklılıktan laf açmıştım. İşte bir süre sonra her mahallede, gizlice bu bahsettiğim filmlerin izlendiği evler oluşuyor. Yasak olan bu filmlerde neler mi var? Nasıl kahraman olunacağı… Romanya’nın kapalı sınırlarının dışında nasıl renkli bir yaşam olduğu… Epeyce bir süre bu filmlere, o kahramanlara, o gözü karalığa maruz kalan halkın umudu günden güne artıyor. Çünkü kurtuluşa, mutlu sonlara ve illegal bir şeyi yapabilmiş olmanın hafifletici gücüne inanmaya başlıyorlar. Elbette rejimi yıkan şey sadece bu değil. Sanatçıların çoğu da bu baskıcı yönetime boğun eğmiyor. Yani her şeyi ele geçiren dikta, kültürel iktidarı ele tam olarak geçiremiyor. İşte tam da bu yüzden, kültürel iktidar görünmeyen büyük bir güçtür. Hangi ülke onu evrensel olarak yönetirse dünyada onun sözü daha çok geçer. Amerika’nın sular seller gibi film sektörüne o paraları boşuna akıttığını sanmıyoruz değil mi?

Peki bizde durum nedir? Biz kendi ülkemizi sanatla, sanatçıyla tanıtmaya ne kadar yakınız? Aslında ne kadar uzağız…

Geçenlerde Blacklist adlı harika bir polisiye dizi izledim. Dizinin en heyecanlı bölümlerinden biri İstanbul’da başlıyordu. Sokağa yakın çekim yapan kamera bize sokaktaki tüm kadınların türbanlı olduğunu gösteriyor, sonra Amerikalı sarışın kahramanımız da izini polise kaybettirmek için bir baş örtüsü takıyordu. Ben orada İstanbul yazmasa, belki Tahran’ı gösterdiğini düşünebilirdim ama İstanbul’a hiç gelmemiş biri kadınlarımızı, kurallarımızı öyle bilecek. İşte size bir algı yönetimi örneği… Yurt dışına ne zaman bir yazar olarak davet edilsem, oraya gittiğimde beni görenler çok şaşırıyor. Ülkenizde sizin gibi kadınlar sahiden var mı, diye soruyorlar. Bizi, kadınlarımızı, yaşam tarzımızı, fikirlerimizi, ülkemizi bizi tanımadan o filmler, diziler üzerinden öğrenip yargılıyorlar. Bunu değiştirmenin tek yolu, bu silahı size çevirene aynı silahla, yani sanatla cevap vermenizdir. Keza Amerikalıların bizim develerle seyahat eden, fes giyen insanlar olduğumuzu hala sanmaları da işte bu algı yönetiminin işi… Dünya ne görürse ona inanıyor. Öyleyse onlara kendimizi doğru ifade etmek, dahası anlatmak zorundayız.

Dilerim Cumhuriyet’in 100. Yılında Atatürk’ün işaret ettiği sanatın ve bilimin yolundan daha kararlı adımlar ve düzgün işleyen bir kültürel politikayla gitmek mümkün olur. Çünkü iktidara sahip olmak, kültürel hegemonyaya yetmiyorsa da; kültürü yönetmek iktidarın yolculuğunda ve kalıcılığında çok önemli bir işleve sahip. Bu iktidarı sadece ülke yönetimi olarak düşünmeyelim, bir ülkenin pasaportunun gücü bile bu algıdan geliyor, bunu aklımızda tutalım. Şu an büyük bir ekonomik zorlukla karşı karşıyayız, bu bir gerçek. Ülkenin en can alıcı gündemi de bu bana kalırsa. Fakat buradan bir çıkış yolu mutlaka var. Yeni ekonomik modeller de burada kritik bir rol üstleniyor ki aldığım kültür yönetimi eğitiminde İngiliz hocaların en çok altını çizdiği konu buydu. Dünya sanatsal üretimlerin ekonomik ağırlığına doğru gidecek. Burada asıl konu, bu ekonomik güce kim sahip olacak?