Farkında mısınız, toplum olarak her birlikte ağır bir travmanın içinde kısılıp kalmış gibiyiz.
Fakat bu durum pandemi ile ortaya çıkmadı. Salgın felaketi zaten içinde olduğumuz açmazı
iyice büyüttü, bizi kapana kıstırdı. Bir çözümsüzlük yumağı içinde debelenirken üzerine önce
İzmir depremi sonra Hatay geldi. Lakin toplum olarak öyle travmatize anların ortasındaydık
ki, duygularımız dört bir yana savruldu. Olayların sıcağıyla kimse tam olarak ne hissettiğini,
düşündüğünü anlayamadı. Tutunacak bir dal, olası bir mucize aradı herkes.

Yakın çevresi tarafından soğukkanlılığı ile tanınan ben bile, enkaz altından çocukların
bedenleri çıkmaya başladıkça, dağıldım. Bazı anlar hiçbir şey hissedemediğimi fark ettim.
Kalbimi yokladım ve derin bir boşlukla karşılaşınca, daha çok panik oldum. Kendimden,
inandığım değerlerden şüphe etmeye başladım. Sonra etrafımdaki insanlarla konuşunca bu
hissizlik karmaşasında yalnız olmadığımı anladım. Bu durum, bu kadar dehşetengiz bir olayın
içinden geçerken son derece normaldi. Akıl kendini korumak için kalbi bir zırhla kuşatıyordu.
Acının da bir dozu var çünkü. Üst üste gelen bu akıl dışı kayıplar, siyasi bunalım, ekonomik
dibe vuruş, sıradan bir insan hayatında aynı döneme denk gelmesi bakımından, sahiden
enteresan… Bununla başa çıkmak, insan kalmak, bu kederle birlikte cesurca, yılmadan yola
devam etmek çok güç. Şefkatimiz aşındı, duygularımız yoksullaştı. Suçlusu biz değiliz elbette
ama çareyi bulmak zorunda olan bizleriz. Bir toplum bu çözülme ile mutlu bir yere varamaz
hatta toplumsal birliğini bile koruyamaz. Uzun süredir ortak bir acıda bile birleşip aynı
duyguda buluşamıyor oluşumuz bundan.

Yurtdışında birçok ülkede bulunmuş biri olarak, yabancıların bizde en hayran olduğu
özelliğimiz olan, duygusallığımızı kaybediyoruz ama bunun yerini ne yazık ki akıl almıyor.
Avrupa toplumları belki duygular bakımından fakirdir ama orada bir ortak akıl vardır ve
herkes ona uyar. Bizde bu da yok… Bu gerçekle bir an önce yüzleşmek zorundayız. Bizi biz
yapan değerlerimize sahip çıkmalıyız. Bu zalimlikle, gaddarlıkla başa çıkalım derken, kendi
özümüzü yitirirsek; yaşamın ne anlamı kalır? Kolay değil, farkındayım. Ben de bunları
yazarken, ruhumdaki aşınmayı daha net görebiliyorum. Yıldan yıla yüreğimin nasıl
katılaştığını artık daha berrak görebiliyorum. Ama bizden kalbimizi söküp almalarına izin
vermeyelim. O zaman kötülük, o zaman kurnazlık, o zaman vicdansızlık kazanmış olur.
Benim gibi, hayatını bunların tam tersi değerler üzerine inşa etmiş insanlar için, bu kabul
edilemez. Kalbimi yeniden kazanmak istiyorum. Bu travmaları bize yaşatanlardan hesap
sormak, çocukluğumdaki o bambaşka fakat güler yüzlü, yardımsever, saf insanların yeniden

görünür olmasını arzu ediyorum. Aksi halde kızımın ve tüm çocukların yüzüne bakamam. İyi
insanlar öyle ortaya çıkmazlar biliyorsunuz, onlar oluşurlar. Bu sihirli oluşumun
üzerini örtmelerine izin vermeyelim. Zor ama imkansız değil. Aynada kendi gözlerimizin
içine bakıp oradaki kalbi kırık çocuğa ulaşabilirsek, her şey daha kolay olacak. Denemeye
değer, ne dersiniz? Zaten daha fazla ne kaybedebiliriz ki?