Sanat hayatın insana yetmediği yerde boy veriyor, demektir. İnsan, kendi çizilmiş sınırları içinde, günden güne kalbindeki genişlemeyle, bilindik yolları aşmak istiyor. İçindeki potansiyel, dünyanın ondan beklediğinden çok daha fazla. İnsan, bilendir çünkü. Hem var olduğunu bilen, hem de öleceğini bilen… Bildikleriyle baş etmek o kadar kolay değildir. Sanat, bu sarsıcı gerçekle yüzleşmenin, gerektiğinde çarpışmanın yegâne yoludur.

Dünyaya çırılçıplak gelen insanın kuşanabildiği tek şeydir aslında sanat. Yeri geldiğinde bir kılıçtan daha keskin, bir hükümdardan daha adaletlidir. Tıpkı vicdan gibi, sanat da rahatsız edicidir özünde, huzur kaçırandır, gerçeği işaret edip yalanları ortaya serendir. Tüm bunlar sayesinde edindiği güçle, iyileştirendir. Ana rahminden bilinmez bir dünyanın içine düşüveren insan için, karanlığı aydınlatandır. İnsanın kusurlu hamurunu yeniden karan, ona bu çetin sınavda yol gösterendir. Bu özelliğiyle sanat, ilahidir. Yüzyılları aşmayı başarmış bir sanat eseriyle göz göze geldiğimizde ya da müziği ruhumuzdan içeri süzüldüğünde hissettiğimiz o derin ürperti bu yüzdendir.

Usta yazar Irvin Yalom, ancak yaralanmış bir şifacı gerçekten şifa verebilir, der. Dünya ağrısını kalbinde hisseden ve bu sancıdan kurtulmak için sanatın kucaklayıcı varlığına sığınan insan, fark yaratabilir ancak. Önce kendi içindeki savaşı kazanıp, sonra bir başkasına savaş yaralarını göstererek yol açabilir. İnsan belki de kendi zaafını bir başkasına gösterebildiğinde, güçleniyordur yüreği, kim bilir. Açığa vurulabilmiş bir yara, iyileşebilir de. Acının da bir hafızası var. Kuşaklar arası aktarımı, onunla baş edebilmek için farklı bir yol sunabilir bize. Sanat, zamanı aşandır. Geleceği kurmak için hayalleri ete kemiğe büründürendir.

Bana sorarsanız sanat, yaşamın tesellisidir. Var olmanın dayanılmaz ağırlığı altında kalan insanı oradan çekip çıkarandır. Bir başkasının kalp atışını kendi yüreğinde duyumsamaktır.

Acını sanat dönüştür, cümlesini ilk duyduğumda yazdığım bunca romanla aslında ne yapmaya çalıştığımı derinden hissettim. Yazdığım her roman önce beni dönüştürdü. Dönüştüğüm insanı, her yeni adımda daha çok sevmeye başladım. Önce kendi kusurlarımı, hatalarımı anladım, sonra dünyanınkini… Kimsenin kimseden bir farkı olmadığını, kalbi kırık tek çocuğun ben olmadığımı, kahramanların yalnızca doğru zamanda harekete geçmeyi bilenler arasından çıkabileceğini öğrendim ve öğrenmenin yaşamım son bulmadan bitmeyeceğini de… Zamanın insanın eseri ama insanın zamanın esiri olduğunu da öğrendim. Esareti bitirenin sanat olduğunu duyumsadım, dünyaya yeniden inandım. Benim gibi bu inanca tutunan insanlarla karşılaştım. Ortaya farklı bir eğitim de çıktı. Ruhu tedavi etmek için, sanata başvurmanın yollarını hep birlikte deneyimleyeceğimiz bambaşka bir tecrübe. Sanat, inanmaktır… Bizimki gibi bir ülkede inanmak nereye kadar sizi bir yere ulaştırır, bu da belki ayrı bir tartışma konusu. Yine de dünyadaki büyük değişimleri başlatanlar bazen sadece bir kişi bazen de sadece bir fikir oluyor. Böylesi bir değişim bizim çağa nasip olur mu bilinmez fakat tohumlarını atan nesil bizler olabiliriz. Doğrusu böyle düşünmek yola devam etmek için gereken azmi de veriyor insana.