Kabuğunun içindeki kaplumbağa gibi, biz de ruhlarımızın evini taşıyoruz. Nereye giderseniz
gidin hâlâ kendi ruhunuzu arıyorsunuz, demişti Tarkovsky. İnsan ruhuyla bağlantısını bir kez
kurduğunda, artık yitirecek bir şeyi kalmıyor çünkü dünyayı da kendini de anlıyor. Maddiyattan
ve görünenden öte bir dünya olduğunu fark eden insan, hırslarını buna göre yeniden gözden
geçiriyor. Hayatın anlamsızlığına kendince ve ruhunun renklerine göre bir anlam eklemek için
yola çıkıyor.

Huzur işte tam da bu noktada baş gösteriyor. Bir kez kendini ve ne istediğini anlayan insan, bir
daha nereye giderse gitsin kaybolmuyor. Kuzey yıldızı, kalbi olanlar kaybolmaz çünkü… Yol,
niyettir… Yaşamında bir şey yolunda gitmiyorsa; yola değil, niyetine dikkat kesil, derler.
İnanıyorum ki, her şey olması gerektiği şekilde ve zamanda oluyor.
Evet bu bazen, bizim istediğimiz zaman ve şekilde olmuyor ama geçmişe dönüp baktığımda
da, olmamış ise, o vakitler benim göremediğim bir nedenle gerçekleşmemiş… İnsan yaşamında
bazen öyle denizlerle karşılaşır ki, yüzmek değil kendini akışa bırakmak daha takdire şayandır.
Yüreğimizin sesini duyabilmek bu sebeple çok önemli. Kalp her zaman zihinden önce bilendir
çünkü.

Bu sebeple insan önce kendini, kendi karanlığını ve onun sonsuzluğunu kavramalı. Bir de
ölümü kabullenmek, sevdiğiniz her şeyi ve herkesi bir gün kaybedeceğiniz gerçeği… Doğanın
içindeki yerini bilmek, bu da gerek elbette. Bunlarla yüzleştikten sonra gerisinin pek de bir
önemi kalmıyor. Tam da bu yüzden yaşam çok daha kıymetli oluyor. Belki de bu yüzden yazı
dersleri vermeyi çok seviyorum ve daha fazla insanın bu aynaya bakmasını, bu yüzleşmeleri
yaşamasını istiyorum. Yıllar içinde yazı derslerime katılan kişilerde öyle değişim, dönüşümlere
tanık oldum ki; bunun doğru yol olduğuna inandım… Siz bu yolu hiç denediniz mi?