Hayattan ve zamandan soyutlamak istiyorum kendimi. Sanki rüzgarda savrulan bir yaprak gibiyim. Ne kopabiliyorum daldan ne da kavuşabiliyorum toprağa. Sensizliğin bilmem kaçıncı günündeyim. Pis bir kokuşmuşluk var havada. İltihaplı bir yara gibi ağır bir koku bu. Yine de bu kokuşmuş şehirden, anılarımızdan, bizden kurtulamıyorum.
Ağır aksak adımlarken şehrin sokaklarını öpüşlerin geliyor aklıma, susuyorum. Sonra bana bakıp gülüşün düşüyor, iki parça ateş düşürdüğün yüreğime. Birlikte adımladığımız sokaklar bizim adımızla anılıyor. Kaç kere terk edip gideceğim bu şehri artık deyip gidemeyişlerim…
Hayatımızı şekillendiren şey önceliklerimiz ve seçimlerimizden ibaret değil midir? İşte o önceliklerimizi kaybedince başlıyor içinizdeki acı ve beyninizin bütün kıvrımlarındaki o deli sorular. Seçimlerimiz de bizim geri kalan hayatımızda neler yapabileceğimizi belirliyor.
Bir insanın hayatında öncelikli olmak için neler yapmak gerekiyor ki. Ya da birine öncelik vereceksek bunu nasıl seçiyoruz. Sanırım olay da burada başlıyor. Önceliklerimizi belirlerken çok düşünmüyor ve kalbimizle hareket ediyoruz. Hayatımızın merkezine koyuyoruz o insanları. Bütün önceliğimiz o oluyor. Onu mutlu etmek sürekli görmek isteği. İki dakika bile olsa sesini duyayım diyerek telefonda saatlerce konuşmalar…
İnsanlar sizi çok sevdiğini söyler hep, çok özlediklerini söylerler. Evet ama sadece söylerler. Çünkü söylemek her zaman daha kolaydır. Ama bunları hayata geçirmek, bir icraat oluşturmak her zaman zordur insanlar için. Herkesin mutlaka bir bahanesi olur. Bahanesi olan insanların da önceliği siz değilsinizdir.
Demem o ki kimi nereye koyduğunuza çok dikkat edin. Önceliklerinize ve seçimlerinize dikkat edin. Hayatı belki istediğimiz gibi yaşayamayız ama hayatımızın kalitesini arttırabiliriz. Öncelikle kalın, hoşçakalın…