Diğer birçok psikolojik sorunlarda olduğu gibi her iki cinsiyetin risk faktörleri, kaygıyı/depresyonu yaşama biçimi ve tedaviye başvurma açısından kadın ve erkekler farklılık göstermektedir. Yapılan son araştırmalar, tüm toplumlarda kadınların erkeklere göre depresyona daha fazla yatkınlığı olduğunu göstermiştir. Erkekler; genellikle işsizlik, güç ve yetki kaybı, önemli hastalıklar, iflas gibi kendileri ve içinde bulundukları toplum tarafından atfedilen özelliklerle ilgili sorunlar sonucunda depresyona girerler. Kısacası, başarılı olmak, yetebilmek, yeterlilik hisleri, güçlülük gibi erkeğe atfedilen alanlarda yaşadığı herhangi bir problem erkeğin depresyonuna yol açabilir. Depresyonu ifade etme biçimleri de kadınlara göre oldukça farklıdır. Erkeklerin psikolojik desteğe başvurma oranları da kadınlara göre daha düşüktür. Bu durum üzerinde de erkeğe yüklenen toplumsal anlamlar etkili olmaktadır. Toplumun kadına yüklediği; daha ince ayrıntılı düşünme yapısı, duygusal kişilik özellikleri, daha duyarlı olmaları yönünde beklentinin yoğunluğu kadının depresyon teşhisini daha normalleştirmektedir. Benimle birlikte terapiye devam eden danışanlarımın %80’i kadınlar oluşturmaktadır. Bu nedeni ise; kadınların biyolojik yapısı, ruhsal özellikleri, sorunlarıyla başa çıkma yaklaşımları, kişilik özellikleri, toplumsal kimlik ve cinsiyet rollerinin etkili olduğunu söyleyebiliriz.

Kadınların hayatları boyunca depresyonla karşılaştıkları gelişimsel birçok dönem vardır. Adet öncesi ve sonrası, hamilelik süreci, menopoz dönemi gibi durumlar kadınların çoğunlukla depresyona yakalandıkları dönemlerdir. Kadın ve erkekler arasındaki önemli bir ayrım da depresyonun tedavi edilmemesi durumunda ortaya çıkan intihar riskidir. Kadınlar intihar girişiminde bulunma oranlarıyla fazlalaşırken; intiharın ölümle sonuçlanması oranında erkekler kadınlardan 4 kat daha fazladır. Erkeklerde kendilerine zarar verme oranı daha yüksektir ancak tedaviye başvurmaları ve tanı koyulması aşaması erkekler için daha zordur maalesef ki. Tabii ki bu süreçte pandemi, deprem gibi yaşanılan süreçlerde etkili oldu. Ancak özellikle de toplumumuzda ruh sağlığına önem maalesef ki az. Soyut bir alan olması da etkili tabii. Ancak travmasız bir insan olmadığını ve travmalarımızı çözümlemediğimiz sürece ortaya ruh sağlığında bozulmalar ortaya çıktığını unutmayalım. Birey olarak iyileşme göstermezsek, zamanla toplum ruh sağlığımızda tehlikeye girecektir. Bu durum sağlıksız aile yapılarının çoğalması da demektir.  Bu nedenle,  her iki cinsiyet de depresyon gibi ruhsal bozuklukları yaşayabilir ancak verilen tepkiler ve tedaviye başvurma sıklıkları farklılık göstermektedir. Rahatsızlığı yaşama durumu açısından hangi cinsiyetin daha risk altında olduğu önemli olmakla birlikte; kişilerin bilinçlenmesi, sosyal desteklerinin artırılması ve toplumun ruhsal rahatsızlıklar konusunda duyarlılık kazanması önemlidir. Toplumumuzun tedaviye başvurmaları konusunda bilinçlendirilmelidir.