İnsan, kaderiyle, kaderinden kaçmak için saptığı yolda karşılaşır, demişti Jung. İnsan çocukluğunda en zayıf zamanındadır, kırılgan ve savunmasız. Daha hayatı anlayamadan hayatın sillesini yemeye oldukça müsait. Bu yüzdendir ki en büyük travmalar çocukluğa aittir. Ama olgunlaşmayı bilen bir insan belli bir zamana kadar bu travmaları aşmalıdır. Oysa etrafa baktığımızda büyümesini tamamlayamamış yetişkinler ordusu ile karşılaşıyoruz. Anne babalarımızı suçlamanın da bir son kullanma tarihi vardır. Bir vakit sonra hayatının iplerini eline alamayan insan ancak kendini suçlayabilir. Bizimki biraz ergenliğini tamamlayamamış bir toplum yapısı. Herkes atarlı, herkes gergin, herkes kırgın ve herkes yolunu kaybetmiş gibi bir lider bekliyor. Oysa Atatürk’ün işaret ettiği gibi artık bir lider beklemek değil, birer lider
olmak zamanı.
Geçenlerde yapılan bir araştırmada Türk gençlerinin yüzde 56’sının yurt dışında yaşamak istediği ortaya çıkmış. Şaşırtıcı bir sonuç değil zira son iki yıldır yaptığım tüm okul söyleşilerinde bunu bizzat gençlerden duydum. Onlara bunun yanlışlığını anlatmaya da gayret ediyorum ama 19 Mayıs’ı kutladığımız bu hafta, kaç genç omuzlarındaki sorumluluğun gerçekten farkındaydı? Günün anlamını, önemini sindirmiş kaç insan vardı? Şikayet etmek, yakınmak en kolayı. Peki bu sistemi değiştirmek için sen ne yapıyorsun, diye sorduğunuzda alacağınız cevap; hiçbir şey, oluyor. O zaman elde edeceğin şey de hiçbir şey olur. Yaşam bizlere altın tepside güzellikler sunmuyor. Belki de ortada altından gözüken bir tuzak var. Bunun farkında olmadan hiçbir şeyi değiştiremeyiz ki sıra ülkeye gelsin. Gençlere Cumhuriyet’in neden kimsesizlerin kimsesi olduğunu daha iyi anlatmak gerek belki de, ne dersiniz?