Uzun bir aranın ardından kaleme aldığım bu yazı ile üzüntülerimize, kırgınlıklarımıza, kızgınlıklarımıza, öfkemize ve nefretimize sebep olan toplumsal gelişmeleri konuşalım istedim. Ama her zaman yaptığımız gibi politikacıları hedefe koyup, yargılayarak değil, aynayı kendimize tutarak konuşacağız. Yazının bundan sonrasına aynanın karşısına geçme cesaretini taşıyanlarla devam edeceğiz.

Ülkemizde yapılan birçok araştırma, yerel ya da genel fark etmeksizin politikacılara güvenin diplerde olduğunu bizlere söylüyor. Siyasi figürlerin adları, “en az güvenilenler” listelerinde daima zirveye oynamaya devam ediyor. Ancak burada şu soruyu sormadan geçemiyorum: Bu politikacılar gökten zembille mi indi?

Hepimizin dilinde sürekli aynı yakınmalar dolaşıyor: “Sözlerini tutmadılar, bizi aldattılar, çıkar peşinde koştular.” Peki, bu noktada şu gerçeği görmezden mi geleceğiz? Bu kişiler, oy pusulalarına kendi ellerimizle mühür basarak, sandık başında kendi rızamızla seçtiğimiz insanlar değil mi? Politikacılar içerisinde yaşadığımız toplumdan kopuk değil; aksine bu toplumun bağrından çıkan, aynı değerlerle yoğrulmuş insanlar.

Seçim sandığında tercihlerimizi belirlerken gerçekten liyakat, dürüstlük, şeffaflık, samimiyet, adalet, ilkeli duruş gibi kavramları mı esas alıyoruz? Yoksa akrabalık bağlarımızı, kişisel çıkarlarımızı, “bizim çocuk olsun” mantığını, günübirlik menfaatleri mi? Sandıkta yapılan bireysel hesapların faturası, ertesi gün hepimizin omuzlarına yükleniyor.

Sonra da ellerimizle seçtiğimiz bu siyasetçilerin karşısına geçip pervasızlıklarından, keyfiyetlerinden, vurdumduymazlıklarından ve çok değiştiklerinden yakınıyoruz. Oysa sorun sadece seçilenlerde değil, asıl olarak seçenlerde gizli. Çünkü yetkiyi sınırsız biçimde teslim eden, hesap sormayı bilmeyen, koltuk sevdasını “bizden biri” diyerek meşrulaştıran bizleriz.

Unutmayalım; politikacılar, bu toplumun aynasıdır. Ne kadar dürüst, ne kadar ilkeli, ne kadar samimi oldukları, aslında toplum olarak bize tutulan devasa bir aynadır. Şayet seçimlerde bireysel çıkar yerine toplumsal faydayı, sadakat yerine liyakati, sorgusuz itaati değil ilkeli duruşu tercih etseydik; bugün “en az güvenilen kişiler” listelerinde siyasetçilerin yeri bu kadar sağlam olmayabilirdi.

Kısacası sorun “onlar”da değil, sorun “biz”de. Biz değişmedikçe, biz sorgulamadıkça, biz samimiyetle liyakati önceliklendirmedikçe, yarın da aynı sonuçlarla karşılaşmamız kaçınılmaz. Çünkü seçilenler değişse de seçenlerin zihniyeti değişmediği sürece, bu kısır döngü hep aynı şekilde dönmeye devam edecek.