Hayatımın son gününü yaşadığımı bilsem, yine şu an yaptığım işleri mi yapardım, diye sorun kendinize demişti, Steve Jobs. Ben bu soruyu kendime ne zaman sorsam, kocaman bir “evet” çıkıyor ağzımdan.
Çok sevdiğim hocalarımdan Prof. Dr. Acar Baltaş, insan değerleri uğruna acı çekerken de mutlu olabilir, demişti bir keresinde. Öyle de oldu… İnandıklarımın peşinden giderken çok incindim, yıprandım, sendeledim, düştüm ama hep içimde bir yerde mutlu oldum. Çünkü doğru amaç uğruna bunları yaşadığımı biliyordum. Katlanmaya, bedeller ödemeye değerdi. Huzurumun kaynağı hep bu sarsılmaz inanç oldu.
Zamanla çoğalmakla değil, yaşamı sadeleştirmekle mutlu olunduğunu da anladım. Çok insan değil, az ve öz insanla sardım etrafımı. Beni mutlu etmeyen hiçbir işin içinde olmamaya karar verdim ve mutsuz eden hiçbir insanın yanında da durmadım. Gereken bedelleri de fazlasıyla ödedim. İyi ki yazıyorum, iyi ki hikayeler ve onlara inananlar var. Türkiye okuma oranları konusunda son yıllarda çok parlak veriler sunmuyor belki ama inatla okumaya devam eden, öykülerin gücüne inanan ve bu geleneği ister yazarak ister okuyarak sürdüren bir azınlık var. Onlar olduğu sürece de bu mücadele bitmez. Her şeyden evvel, çocukların macera hevesi, merak duyguları masalların peşinden gidemeseler de yeni nesil hikayelerin peşinden gitmelerini sağlıyor. Ne zaman edebiyata dair umudumu yitirecek gibi olsam, romanımı okuyan bir çocuktan gelen hediye resim, çiçek, samimi bir cümle ümidimi tazeliyor. Bu sebeple size yazılarımda yeni kitaplardan yazarlardan, festivallerden söz ediyorum. Gündem belki bunları konuşmaya her zaman çok uygun olmuyor ama bizi ayakta tutan değerler bunlar etrafında keskinleşiyor aslında. İnsanlar arası diyalogu en sağlıklı sürdürmenin, barış dilini korumanın yolu buralardan geçiyor. Yerel yönetimler bunun ne kadar farkında, sahici bir kültür politikaları var mı; inanın şüpheliyim ama onları bu konularda zorlayacak olan da sizlersiniz. Talep ederseniz karşılığını alırsınız.