Hayal ve gerçek birbirine karışır, inandıklarımız ve inandığımızı sandıklarımız, bir gün kim olduğumuzu fark ederiz, ardı sıra kim olmadığımızı… Sevinçlerimizi üzüntülerimizle harmanlarız; çok mutlu olduğumuz anlarda üzüntünün yanımızda olmamasından korkarız, sonra üzgünken mutluluğu kaybetmekten… Mutluluk hayal, üzgünlük gerçek mi? diye sorgular ve araştırırken en aklı başımızdakinden değil, en bağımlı kaldığımızdan etkileniriz. Onların fikirlerini benimser ve hala ilah olduğumuzu zannederiz; bir yandan tövbe edip bir yandan tüm kötü yanlarımızı Tanrı’nın kaderine bağlayan ilahlar…

Kim bizden değilse onu cehenneme koyar kim bize itaat ederse ona cenneti vaad ederiz.

Sahi hayal cennet, gerçek cehennem mi?

Cehennemden hayal olmaz derler ama ya cehennemi hayal edenler, yanmayı göze alanlar…

Ya cesaret cennet, itaat cehennemse?

Ya hayal ve gerçek zıt değil arafta bir yerse ya biz yolunu kaybeden ilahlarsak?