Filistin’i bilmek için öncelikle tarihini bilmek gerek. Ya da bugünü okumak için, dünü bilmek gerek demeliyim. Koca bir tarihiyle yıkık bir ülke haline geldi Filistin.

Filistin, 15 Kasım 1988’de Cezayir’de bağımsızlığı ilan etse de Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Filistin toprakları üzerinde hakimiyeti yoktu. Çünkü bu kontrolün çoğu, İsrail’in elindeydi. FKÖ, Batı Şeria ve Gazze Şeridi Filistinlilerin kontrolünde ilerliyordu. Ayrıca bu bölgeler de İsrail ordusu işgali altındaydı.

Birleşmiş Milletler (BM), 29 Kasım 2012 yılında Filistin’in BM’deki ‘gözlemci kuruluş’ isimli statüsünü ‘üye olmadan gözlemci devlet’ seviyesine taşıdı. Bu statü için BM Genel Kurulu’nda yapılan oylamada Filistin’in talebi için 138 ülke ‘evet’ dese de 9 ülke sadece ‘hayır’ oyu kullandı. 41 ülke ise ‘çekimser’ kalmayı seçti.

İsveç Parlamentosu, 30 Ekim 2014 yılında ‘Filistin Devleti’ni resmen tanıdı, kayıtlarını aldı. Bu sayede ilk defa bir AB (Avrupa Birliği) ülkesi tarafından tanınmanın gururu vardı, Filistin üzerinde. Bu büyük gururdu olmalıydı, ama çok sürmeyecekti.

Gökyüzüne erişim

Gelelim bu adımda ilk dönüm noktası, bağımsızlığın simgesi bayrağa… Eylül 2015’te BM, Genel Kurulu’ndaki kararıyla ilk defa Filistin bayrağı göndere çekildi, Filistin artık resmen tanınmanın yolunda ilerliyordu. Gökyüzüne de bağımsızlığın simgesi erişim sağlıyordu, dalgalanıyordu.

Gökyüzünde kendi bayrağını gören bir Filistin vardı.

Ve bir diğer teslimiyet de New York BM Genel Kurulu’ndaki aybaşı oylamasında üye ülkelerin çoğunun ‘evet’ oyu vermesiyle Vatikan bayrağıyla birlikte Filistin bayrağı da diğer ülkelerin bayrağı arasında temsil edilme başlanacaktı.

Bu sayede Filistin bayrağı, Vatikan’daki diğer bayraklar arasında dalgalanıyordu.

Filistin’in işgal çemberi

Filistin’in işgal edilmeye başlaması, tarihinde hep bir şeyleri kaybetmesine yol açtı. Filistin toprakları 1948’den önce Mısır ve Ürdün tarafından işgal edildiği sırada 1967’deki Altı Gün Savaşı’ndan sonra da İsrail tarafından işgal edildi. İşgal edilmeye açık bir ülke haline gelmeye başlayacaktı. Kim bilir, belki de bunu öngörenler yavaştan tüm toprakların esir edilmesine, yok olmasına göz yumdu!

Şubat 2020 yılından itibaren 5 milyon 51 bin 493 nüfuslu dünyada en çok nüfusa sahip 121. Devlet halini alacaktı Filistin. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ise bölge İngiliz Mandası’dan BM’ye devredilmiş ve BM tarafından Yahudi, Arap ve uluslararası Kudüs Bölgeleri oluşturuldu.

Arap-İsrail savaşı

Arapların kabul etmemesiyle İsrail Devleti’nin kurulması, 1948 yılında ilk Arap-İsrail savaşının fitili ateşlendi. Aynı yılın 22 Eylül’ünde ise, Mısır tarafındaki Gazze’de bir Filistin Hukûmeti kuruldu. Mısır bölgesinde kurulan Filistin’in Ürdün’ün dışında Arap Birliği üyeleri tanıdı bu kuruluşu.

Birçok kaynak, Hükûmet Filistin’in tamamını (İsrail, Ürdün’deki Batı Şeria, Gazze ve Kudüs bölgeleri) yönettiğini iddia etse de aslında sadece Gazze’yi yönetmekte olduğunu, İsrail Altı Gün Savaşı sonucunda Mısır’dan Gazze’yi ve Sina yarımadasını, Ürdün’den Batı Şeria’yı ve Suriye’den ise Golan Tepeleri’ni aldığını yazar.

Yaser Arafat ilanı

Yaser Arafat, Cezayir’de Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Başkanı olarak 15 Kasım 1988’de Filistin Devleti’nin kuruluşunu ilan eder. 138 BM üyesi tarafından tanınan 2012 yılında bu yana BM üye olmayan bir gözlemci devlet statüsünde yerini koruyan Filistin, 1993’te Oslo anlaşmalarının imzalanmasından bir yıl sonra Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki A ve B bölgelerini yönetmek için Filistin ulusal Otoritesi kuruldu. İsrail, Gazze’den çekildikten sadece iki yıl sonra 2007’de hakimiyet Hamas’a geçti.

Beklenmedik saldırı

Bugün Filistin’i yönetimine alan Hamas birlikleri, 7 Ekim’de beklenmedik bir anda İsrail’e saldırılar gerçekleştirdi. Oysaki buna ‘beklenmedik’ demek biraz anlamsız kalacak. Çünkü intikam yemini soğuk bir yemektir. Ve ‘düşman asla uyumaz’ diye bir tabir vardır.

Bu süreçten önce İsrail, sık sık Filistin’i işgal etmiş, rahatsız etmiş, saldırmış, masumlara ve sivillere zor anlar yaşatmıştı. Öldürmüş, darp etmiş, silah doğrultmuştu. Tarihe baktığımızda Filistin, kaderine terk edilmiş, toprakları bir bir işgal edilmesi yetmemiş İsrail ve Yahudilere teslim edilerek bu günlere gelmişti.

Saldırı ve teşhir

Hamas’ın saldırıları, ‘intikam yemini’ olarak algılansa da sivillerin öldürülmesi, suçsuz ve günahsız insanların çıplak bedenlerinin teşhir edilmesi savaş suçlarını doğuran bir sancı ânıydı.

1948 yılından süregelen bu işgal ve saldırılar; sivil ölümleri ve katliamlar, hiç bitmeyecekti. Çünkü arada bir ‘kan davası’ gibi bir hırs ve intikam hakimdi.

İsrail ise, bu saldırıyı sineye çekmeden daha da fazla saldırmanın yolunu buldu, önce havadan saldırdı. Fosfor bombası, hastanelere saldırması, çocukların bulunduğu hastaneleri hedef alması, sivilleri ayırmadan tetiğe basması; hırsına yenilmiş bir diktayı anımsattı.

Nitekim Hamas lideri Halid Meşal, saldırı kararı için “Saldırı kararı tamamen Hamas’ın kararıdır ve bu karar Filistin’den alınmıştır” diyerek İran’ı bu karardan ayrı tutuyordu.

Sivilleri de kasıtlı öldürmediklerini de söylese de aslında bunlar hamleleri meşru göstermenin bir planıydı. Ve Meşal, “Mescidi Aksa’yı özgürleştirmenin yanı sıra Yahudi yerleşimcilerden kurtulmayı, Filistin topraklarına kavuşmayı” öngören bir açıklama yaptı.

Uzun yıllar gelen bu ‘işgal ve öldürme’ politikası bu söylemlerle de bitmeyecek, intikam ateşiyle yanıp tutuşan İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun hırsıyla da…

Yıl: 1947’de Yahudileri taşıyan bir gemi Filistin kıyılarına vardığında üzerinde “Almanyalar ailelerimizi yok etti, siz umutlarımızı yok etmeyin” yazıyordu.

Bu yıl: 2023’te ise, İsrail, 1948 yılından bu yana Filistinli Müslümanları ve onların umutlarını yok etmenin hırsıyla hareket ediyor.

Savaş’ta sadece masumlar ölür, savaşı başlatanlar değil… Bu yüzden savaşı her zaman sivillerin ve çocukların gözünden izlemek gerek. Acı, ölüm, kayıp, gözyaşı… Para, intikam, hırs, güç değildir!