Gökyüzü ve denizin maviliğini kıskanıyor ruhum. Ufuk çizgisi denilen yerde birbirlerine sarılmalarını hatta. Hani kavuşamazlardı? Baksana oradalar işte baş başa, can cana…
Ruhum… Dev bir dalga oluyor çarpıyor rıhtıma…Köpük köpük taşıyor bedenimin içindeki maviliği ve seni. Tutamıyorum… Öyle benim gibi hissetmiş ki kalbim seni, acıyor…
O köpükler, dalganın değil sensizliğin açtığı yaramın izleri…
Ruhum küsecekken dalgaya, deniz giriyor araya:
‘Üzülme ve endişe etme…
Bugüne dek sana ait ne varsa seninle kaldı, sana ait olmayan ne varsa en ufacık dalgada ait oldukları yere vardı!
Canın acıyor değil mi? Ama dalga bahane! Sana ait olana yer açman için sadece fazlalıkları süpürüyor gönlünde!..”
Ruhum… Benim olmayan hiçbir şeyi kabul etmiyor ki zaten! Sarılıyor dalgalara, köpük köpük taşırıyor yüreğimi gözlerimden…
Ve sakinleşmek isteyen bir deniz misali çekiyor sularını ona ait olmayan her şeyin üzerinden. Kumlara nasıl gömüldüklerini izliyor ya da hafifliklerinden olsa gerek rüzgar nereye eserse o yana savruluşlarını…
Gözü gökyüzüne takılıyor sonra …
Bulutlar diyor nasıl da kara!
Gözleri gibi…
Gözlerim gibi…
Yüreğimde yaktığı ateşin içime işleyen isi gibi…
Bulutlar da dayanamıyor yağıyor üzerime.
Ama farkediyor ki ruhum; üzerine yağan her ne varsa hepsi berrak!
Bu sefer sen gibi değil! Ben gibi…
Hiç bir dalganın atmaya gücü yetemeyecek sevdiklerim gibi…
Deniz, gökyüzü ve ruhum…
Yorgun ama inadına masmavi…