Kişi ona ait olmayan bir şeyi başkasıyla paylaşamaz. Kibir de bundan doğar. Kibirlendiği şey her ne ise o henüz kişiye ait değildir, o nedenle içgüdüsel olarak onu herkesten korumak, geliştirmek için saklamak ister.

Siz hiç çok usta bir sanatçının ya da çok usta bir aşçının kibrine tanık oldunuz mu?

Ben olmadım…

En iyiler her daim mütevazıdır; çünkü ellerindeki yetenekler gelişerek ve herkes tarafından kabul görerek artık onların aracılığı ile insanlığın olmuştur…

Duyanlarınız olduysa bu biraz Nietzche’nin deve, aslan, çocuk üçlemindeki gibidir. Nietzche deveyi geçmiş, aslanı gelecek, çocuğu bugün olarak tanımlar. Deve geçmişte ona verilen ödevlerle yaşar,  hayır demeyi bilmediği için her şeye “evet” der, çünkü başlangıç aşamasındadır. Başlangıç aşamasında kibir bir yana verilen ödevi yerine getirebilme endişesi vardır.

Aslan ise gelecekte yaşar ve kibirlidir. Deve artık neye evet neye hayır diyeceğini öğrendiği zaman aslana dönüşür. Ötekilerden ve onu üreten toplumdan farklılaşır; kendini, sahip olduğu değerler dahil, her şeyi sorgularken bulur. Bu kükreme döneminde kibri yanından ayırmaz. Aslan ormanda yaşadığı uzun bir deneyim sürecinden sonra artık tüm değerlerini öğrenip her şeyi kapsayan kutlu bir evet ya da kutlu bir hayırla ne istediğini bilen çocuğa dönüşür. Çocuk dünün acısını, geleceğin kaygısını taşımaz, bugünün tadını çıkarır. Çocuk masumiyettir ve unutuş, yeni bir başlangıcı simgeler. Artık tüm yeteneklerine rağmen yeni bir başlangıç yapan çocukta kibirden eser kalmaz; çünkü o yetenekten çıkan eserler artık sadece onun değil tüm insanlığındır…

Yani kibir ustalığa geçiş aşamasında gerekli olan bir şeydir ve kişi yaptığı işte gerçek olgunluğa ulaştığında kibir ortadan kalkar…