Dijital çağda yaşıyoruz. Bu zamanın neredeyse her şeyi dijital.
Okulu-öğretmeni, kitabı- kalemi, oyunu- eğlencesi, çarşısı- pazarı, marketi, bankası- parası, sohbeti- odası dijital…
Elektronik posta hesabım ve WhatsApp hesabım uzun zamandır vardı, instagram ve twitterda yeniyim.
Sıkı bir youtube takipçisi değilim ama uzakta değilim.
Paylaşmayı sevenler için instagram ve benzer uygulamalar cazip olabilir ama benim tercihim twitter. Çünkü orada farklı içeriklerle beraber, çoğunlukla fikirler paylaşılıyor. Bu da benim tercihimi etkileyen en önemli sebep.
Twitter’da yeni olduğumu arz etmiştim. Burada “sohbet odaları” olduğunu da geç fark ettim.
Zaman zaman bu odalara ben de dahil olmaktayım. Tabi ki de her sohbet odasına değil.
Mesleğim ve eğilimim gereği din ile alakalı sohbet odaları daha çok ilgimi çekiyor. Elbette ilgimi çeken güncel konular da yok değil. Hatta geçenlerde bir odada “Kripto Para” konulu bir sohbete dinleyici olarak katıldım. Dinledikçe anladım ki, orada kripto paradan ziyade din eksenli, ayet ve hadis meallerinin adeta havada uçtuğu, bir sohbetin içinde buldum kendimi.
Kulaklarıma inanamadım, ayet- hadis bilgisi olmayan, dini tedrisat (eğitim) almadıklarını sonradan öğrendiğim bir gurup insan, adeta dini konularda ahkam kesiyor, neredeyse fetva verme cüreti gösteriyordu. Durum din adına vahimdi…
30 dakika kadar neler konuşulduğunu anlamak üzere sadece dinledim. Sonra da din adına yanlış bilgiler verilecek ve dinleyiciler yanıltılacak endişesiyle, bir ilahiyatçı olarak, konuşmacı olarak katılma isteğinde bulundum. Sağ olsunlar bana da söz hakkı verdiler.
Konuşmama “Bu odada ilahiyatçı olup- olmadığını” sorarak başladım. İlahiyatçı birisi olmadığını anlayınca kendimin ilahiyatçı olduğunu söyledim. Amacım kendimi tanıtmak ve önceden söylenmiş bir takım yanlışları, konuşmacılar bilmeden vebal altına girmesin diye düzeltmeye çalışmaktı.
Ama ne olduysa işte ondan sonra oldu. Katılımcılardan birisi “Aranızda ilahiyatçı var mı?” sorusunu onları aşağılamak için sorduğumu düşünmüş. Dahası profil fotoğrafımda sakalım olmadığını gördüğü için bana “İlahiyat okumuşsun, ama ilahiyattan nasibini almamışsın.” dedi.
Bir diğeri “Peygamberimizin sünnetini kabul etmiyorsunuz, her halde?” diye sordu. Ona “Peygamberimizin en küçük sünnetine bin ruhum olsa feda ederim” diye cevap verdim.
Diğerine de: “Sakal sünnettir ama, tanımadığın birine sui-zanda bulunmamak, ön yargılı olmamak, gıybet etmemek de peygamberin sünnetidir” dedim. Ortam gerilmişti ama bu konuşmalarımdan sonra yumuşar gibi oldu. Sonra da “hocam” demeye başladılar.
Güldür Güldür programındaki “Mesut enişte” tiplemesinde olduğu gibi diyorum, “Yani demem o ki” O sohbet odalarında ehliyetsiz, “Yarım hocalar”, din adına cinayet* işliyorlar, bu çok vahim…
Kuran’ın Türkçe mealini okuyanlar, Risale-i Nur sohbeti yapanlar, sonra da bu okuduklarını bilgisizce yorumlayanlar vs.
Meydan boş kalınca “Yarım hekimler, yarım hocalar dijital odalarda adeta krallıklarını ilan etmişler.” Bunu da ilim sahiplerinin dikkatine sunuyorum. Lütfen odaları ziyaret edelim.
Sonra da kendime döndüm, bu odaları işi bilen insanların yönetmesinin ne kadar önem arz ettiğini fark ettim.
O sohbet odalarını yöneten, orada konuşanların niyetini sorgulama lüksümüz olamaz. Henüz insanların samimiyetini ölçecek bir “dijital gösterge” de üretilmedi. Ancak bildiğimiz bir şey varsa “cehennemin yolu iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir.” Allah hepimizin kalbini ve halini ıslah etsin.
Tek başına iyi niyetli olmak yeterli değil, ilim bilmek şart. Hele ki dijital ortamda konuşuyorsanız…
*Meraklısına Not:
Dini literatürde, İslam dinin yasaklamış olduğu herhangi bir eylemi yapmaya cinayet denir.