Merhaba sevgili dostlar,

Bu köşede haftada bir sizlerle birlikte olacağım. Farklı konuları ele alıp, gündemi değerlendirmeye çalışacağım. Umarım siz değerli okurlarımızın bam teline dokunur bir farkındalık yaratırım.

İlk yazımızın konusu; maalesef son zamanlarda tırmanan şiddet olayları ve sokak anarşisi.

Ekonomik ve sosyal alanda yaşadığımız şu sıkıntılı günlerde insanlardaki tahammül, sabır, empati ve hoşgörü eksikliğinin getirdiği öfke kontrolü yoksunluğu, hayatın her alanında kendini göstermektedir. Hastane ve okullarda, özellikle trafikte herkes pimi çekilmiş patlamaya hazır bir el bombası gibi dolaşıyor.

İşin kötü olan tarafı ise gazetelerde veya televizyonların haber bültenlerinde her gün gördüğümüz şiddet olaylarını kanıksar hale getirilmemiz. Eskiden insanlar kolluk güçlerinden, mahkemeden, hapisten korkar, kavga etmeden önce iki kez düşünürdü. Oysa günümüzde artık hiçbir şeyi düşünmeden belanın üzerine atlıyorlar.

Yukarıda da saydığım gibi bunun çeşitli nedenleri var.

Her şeyden önce insanlar birbirlerine tahammül edemiyor, sabır gösteremiyor.

Hoşgörüsüz, öfkeli bir toplum olduk vesselam.

Bu durum artık aile bireyleri seviyesine kadar indi.

Eşler arasında, evlatlarıyla ebeveynleri arasında ve yine kardeşler arasında yaşanan tahammül ve sabır eksikliğine dayalı kontrolsüz öfke nöbetleri, aile içi şiddetin en önemli sebebi olarak karşımıza çıkıyor. Yaşanan kadına şiddetin ve kadın cinayetlerinin önü kesilemediği gibi artarak sürüyor. Özellikle trafikteki en küçük bir sen ben kavgasının, yumruklaşmanın da ötesinde, silahlı çatışmaya dönüşmesi oldukça düşündürücüdür. Birkaç dakikalık araç park etme kavgasında bile silahlar patlıyor ve insanlar ölüyorsa, ister istemez kelle koltukta yaşadığımızı düşünüyorum.

En kötüsü birbirine kurşun sıkanlardan ziyade, hiçbir şeyle ilgisi olmayan, tek suçu olay yerinden geçmekte olan masum insanların yok yere vurulması hatta yaşamlarını yitirmesi. Husumetlilerin silahlı çatışmaları sırasında, hiçbir şeyden habersiz bir kahvaltı salonunda kahvaltı yapan veya kahve içen insanların vurulduğu bir yer oldu artık ülkemiz. Her ne kadar suçsuz yere vurulan insan için yanlış zaman ve yanlış mekanda bulunmuş desek de, bunun bir kader olmadığını belirtelim.

Hırsızın hiç mi suçu yok derler adama!

Asıl sorulması gereken soru şu. Bıçağı, tabancayı ve hatta pompalı tüfekleri geçtim. Akrep tabir edilen ya da Kalaşnikof denen uzun menzilli silahlar nereden temin ediliyor? İnsanlar bu silahları nereden buluyor ve araçlarında hangi cesaretle taşıyorlar?

İnsanın aklına “Burası Muz Cumhuriyeti mi?” diye sorası geliyor. Özellikle düğünlerde ya da mahkum karşılamalarında ana arterleri dahi kapatıp trafiği keserek araçlarından inen, halay çeken ve uzun menzilli silahlarla sağa, sola ve havaya ateş eden, çok sıkça da birilerinin ölümüne ya da yaralanmasına sebep olan magandalar ve vandallar, kimlerden güç alarak fütursuzca gelişi güzel tetiğe basıyorlar.

Bunların bu kadar pervasız davranışları ister istemez sırtlarını dayadıkları ve güvendikleri birilerinin olduğu ihtimalini akıla getiriyor. Bu kişiler, eğer kamuoyunda çok büyük bir infial ya da tepki oluşursa, gözaltına alınıyor ve çok kısa bir süre sonunda şartlı salıveriliyorlar.

Elindeki silah ile hasmını öldürmek isteyen, ancak onu ıskalayıp yoldan geçen masum birini vuran bir adamın soru soran gazetecilere televizyonda “yanlışlık oldu pardon” dediği bir ülkede yaşamak inanılır gibi değil!

Tabii bu arada televizyon dizilerini de unutmayalım. 2000’li yılların başında televizyonlarda gösterime giren ve uzun yıllar herkesi esir alan mafya dizisi kurtlar vadisinden sonra ortalık Polat Alemdar, Memati ve Abdüley’den geçilmedi. Halen daha her sokağın bir Polat’ı ve bir raconu var.

Bitmedi eşkıya dünyaya hükümdar olmaz, çukur ve Güneydoğu konulu bol Kalaşnikoflu aşiret dizileri gerçek hayatta da kendi kahramanlarını çıkardı.

İşin ilginç yanı bu mafya dizlerinin baş aktörleri uyuşturucuya karşılar ama her bölümde onlarca kişi öldürüyorlar.

Yine ilginçtir ki bu kahramanlar devleti için çalışıyorlar. Devlet ile bir şekilde temas halindeler. İşte o zaman ister istemez gerçek hayatta kendi hallerinde yaşayan mazbut insanlar sokaklarındaki bu mafyamatik adamlardan çekiniyor. Haklılar nasıl çekinmesinler?

Örgütlü mafya suçlarından yakalanıp gözaltına alınan adamların geçmişte devletin etkili ve yetkili isimleriyle boy boy resimleri ortaya çıkıyor. Hani at izi it izine karışmış derler ya işte aynen öyle. Anlayacağınız bıçak sırtı bir durum.

Nasıl düzelir, insanların sokaklarda güvenliği nasıl sağlanır bilemiyorum. Ancak bildiğim bir şey varsa o da bu işin sadece burada klavye başında olmayacağı.

Yasama, yürütme ve yargıda, herkesin görevlerini eksiksiz yaptığı güvenli bir ülkede yaşamak ütopya olmasa gerek.

Sevgili dostlarım, ilk yazımda sizlere çiçek, böcek ve kuşlardan bahsetmek isterdim.

Ancak çok üzgünüm gündemimiz bu. Akşam haber bültenlerinin karşısına oturmaya korkuyorum artık.

Başıboş serseri bir kurşun beni öldürmese de, bunları izlerken kendimi sıkmaktan ve gerilmekten dolayı kısa bir sürede kalpten öleceğim sanırım.

Bu tip belaların hepimizden uzak olmasını temenni ederim.

Sevgiyle kalın dostlarım…