Sağlık hizmetini temel olarak ikiye ayırabiliriz. Birincisi “Koruyucu Sağlık Hizmetleri”, ikincisi ise “Tedavi Edici Sağlık Hizmetler”. Aşı’nın bu ayrımda birinci grup içinde yer aldığı düşünülür ama son yıllarda kanser tedavisindeki gelişmeler onu ikinci grup içinde de önemli bir konuma getirmiştir. Ancak bu aşamaya gelene kadar aşı tarihine kabaca bir bakmamız gerekir.

İki hafta önce yazdığım gibi dönemin İngiltere elçisinin eşi Lady Mary Montegue 1717’de ülkesine yazdığı mektupla İstanbul’da çiçek hastalığına karşı uygulanan Variolasyon yöntemini tanımlayarak ülkesinde uygulanmasını sağlamış olsa da bu hastalığa karşı 1798 yılında yayımladığı çalışma ile modern aşı uygulamasını ilk başlatanın vatandaşı Edward Jenner olduğu kabul edilmektedir. Çünkü Jenner, çalışmalarını bilimsel yöntemlere dayandırarak günümüz aşılarının amacına benzer bir şekilde yüksek koruyuculuk ve güvenirliliği bir arada sağlayan ilk aşıyı geliştirmiştir. Jenner’in geliştirdiği aşı yöntemi çiçek hastalığının ortadan kaldırıldığı 1980 yılına kadar üretilen tüm çiçek aşıları içim temel alınmıştır.

Aşılarla ilgili diğer dönüm noktası ise Louis Pasteur‘ün 1885 yılında kuduz bir köpek tarafından ısırılan 9 yaşındaki bir çocuğa kuduz aşısını uygulamasıdır. Ölümcül sonuçlanacak kuduz hastalığının aşı sayesinde engellenmesi tıp tarihinin devrimlerinden biridir.

Aşının bulaşıcı hastalıkları önleyebileceğinin anlaşılması insanlığın hastalıkları kontrol altına alabileceklerini gösterdi. Yani bulaşıcı hastalıklar Tanrı’nın insanları cezalandırmak için gönderdiği felaketler değil doğanın bir süreciydi ve bilim bu süreci bilimsel yöntemle yapılan çalışmalar ile insanın yararına dönüştürebilirdi. Bu düşünce tarihsel olarak insanlığın başına dert olmuş birçok hastalığın toplumda görülme oranlarını azaltan aşı çalışmalarını başlattı.

Aşılar insanların yaşamın kurtarırken elbette insanlık tarihini de etkilediler. Bu konudaki en önemli örnek Tifüs hastalığıdır. Napolyon 1812’de Rusya’ya yürüyüşe geçtiğinde yanında 600 bin askerden oluşan ordusu vardı. Moskova’ya ancak 90 bin asker ile ulaşabildi. Savaşı kaybedip Fransa’ya döndüğünde ise sadece 3 bin askeri kalmıştı ve yaşamını yitiren askerlerin yarısı (bazı kaynaklara göre 3’de 2’si) Tifüs nedeniyle ölmüştü. Şimdi düşünelim, eğer Rudolf Weigl, Ludwik Fleck ve Hans Zinsser tarafından 1937’de geliştirilen Tifüs aşısı yaklaşık 150 yıl önce bulunsaydı bugün tarihi çok farklı yaşıyor olabilirdik.

Günümüzden yaklaşık 250 yıl önce başlayan aşı öyküsüne son yaşadığımız Covid-19 pandemisi ile yeni başarı satırları yazıldı. Tarih ileri doğru akarken insanlık için bulaşıcı hastalıklar hep tehdit olmaya devam edecek ve biz insanlar bu hastalıklara karşı yeni aşılar geliştirerek onları yenmeye çalışacağız. Şurası bir gerçek ki, aşılar kullanılmaya başlandıkları ilk yıllardan bu yana yüz milyonlarca çocuğun ve erişkinin yaşamını yitirmesini önledi. Bebek ve çocuk ölümleri azaldı. Onlar sayesinde insanlığın yaşam süresi uzadı.

Unutmayalım, bir hastalığı önlemek her zaman tedavi etmekten daha kolay ve ucuz bir yöntemdir. Ve işte aşılar bize bu avantajı sağladı.

Kalın sağlıcakla.