Depremden bu yana neredeyse 9 ay geçti. Ve depremzedelerin yaşadığı trajedi hâlâ o 90 saniyede kaldı. Değişen hiçbir şey olmadığı gibi iyileştirilen bir şey de yaşanmadı.
9 aylık süre zarfında onlarca depremzedeyle konuştum, onların hikâyelerini dinledim. Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Diyarbakır ve diğer illerden İzmir’e gelen depremzedeler hayatlarını sıfırdan kurmanın yolunu aradı. Depremzedenin en çok aradığı şey, bir sıcak yuvanın ötesinde ‘Var olduklarını bilmek’ idi.
Kendi ülkesinde mülteci ve sığınmacı konumuna düşen binlerce insan, farklı ülkelerde zorlukları sırtladı, enkazı sırtlamaya çalıştıkları gibi…
Üzerine çöken betonlarda kendi sidiğiyle günlerce, aylarca beslenenler, bu koşulları atlatabildi; ama betonun ağırlığından ve soğukluğundan daha ötesi ‘öteki’ olma yaklaşımını atlatamadı.
Kucak açamadık, sarılamadık; depremzedelerin bizimle olduklarını hissettiremeden attık bir köşedeki ‘Konteynır Kent Yaşam Merkez’lerine…
Ölüme terk ettiğimiz yetmedi, dışladık.
90 saniyelik sarsıntıyı hayal edebildik mi, durmadan sarsıntının devam ettiği o 90 saniyeyi? Gecenin 04.17’sinde başlayan o sarsıntının hayatımızdaki her şeyi alabildiğini hissedebildik mi? Şayet hissedebilseydik, gözlerimizin önünde mikrofona konuşan kadının göz yaşlarının akmasına müsaade etmezdik. Ya da enkazdaki çocukları ölüme terk etmezdik!
Yaşlı bir kadının ‘Çocuklarımı çıkart’ feryatlarına koşabilirdik!
Koşamadık, yetişemedik, sarılamadık, yaralarını saramadık…
Geçen günlerde Bayraklı’daki Geçici Koruma Merkezi’ndeki konteyner kentlerde yaşayan depremzedelerin çıkarılma haberini aldık. Bu haber ise bizlere ‘Başa sardık’ sitemlerini attırdı.
1999 Gölcük depreminden bu yana bir şey değişmedi ve 6 Şubat’ta 11 il 90 saniyelik sarsıntıda yok olma derecesine geldi. Nitekim ‘Gaziantep’in ilçesi Nurdağı, haritadan silindi’ haberlerini çok okuduk.
Biz aslında bir ilçenin yok olduğunu değil, insanlığın yok olduğunu bir kez daha gördük.
Ülkemizde göç yoluyla gelenin yaşadığını, kendi ülkemizin insanı yaşayamıyor; ama ülkemizin kendi vatandaşının yaşadığı acıyı da göçle gelen hiçbir insan yaşamıyor!
Belki de içişlerimize yönelmeli ve kendi vatandaşımızın yaralarını sarmalıyız! Bu gidişat kötü olsa da cana yakınlığımızı diri tutmalıyız.
Toplumumuzda bu yoktu. Her insanımızı bağrımıza basar, elimizdekini paylaşırdık. Ama şimdi kendi kardeşimizi dahi yok sayar olduk!
Her insanın acı hikâyesi vardır. En acısını hâlâ yaşamadık…