Bazen gerçekten vazgeçebilmek gerek her şeyden ve herkesten. Birilerini elde etmeye çalışmaktan, bir şeyleri kazanmaya çalışmaktan. Bir şeyleri kazanmaya çalışırken ne de çok şey kaybediyoruz aslında değil mi? Ya da birisinin peşinden koşarken belki de hayatımızın insanını kaçırıyoruz. Aslında daha da çok zamanı kaçıyoruz.

Daha çok kazanmalıyım, hadi şunu da başarayım, yok yok bu para yetmez daha çok param olsun. Normal bir evde değil de villada yaşayayım. E orda yaşayamadıktan sonra, onun keyfini süremedikten sonra ne gerek var ki bu kadar hırpalamaya kendimizi. Aklımız hep bir şeyleri elde etmekle meşgulken nasıl kendimize vakit ayırabiliriz ki.

Aynı şey ilişkilerimizde de geçerli aslında. Giden sevgilinin ardından üzülüp, sızlanıyoruz. Tekrar tekrar o kişiyi elde etmeye çabalıyoruz. E gitmiş o kişi sizden. Demek ki istemiyor sizi. İlla hayatınızda biri olmasına gerek var mı?. İnsan kendisiyle mutlu olamıyorsa başka birisiyle nasıl mutlu olabilir ya da başka birisini nasıl mutlu edebilir. Mutlu olmanın yolu kendimizle barışmaktan geçiyor. Kendimizi tanımamızdan ve kendimizin bütün iyi ve kötü özelliklerini keşfedip kabul etmemizden geliyor. Keşfedin kendinizi. Ne geçmişe takılı kalın ne de yarın için çok endişelenin. Üç günlük dünyadayız, dün – bugün – yarın. Elimizde olanı sadece bugün. Ama bazen de ne yaparsanız yapın içinizde kocaman bir boşluk hissi oluyor, kocaman bir özlem. Özlemek en insani duygumuz değil mi? Sevmek gibi, nefret etmek gibi. O zaman bu duygunun da tadını çıkarmamız lazım. Güzel şeyler yaşamışız ki özlüyoruz değil mi? O zaman yaşadığınız güzellikleri hatırlayıp mutlu olmayı deneyin. Çünkü kimse kötü zamanlarını özlemez ve anmaz. Hatta hatırlamak bile istemez.

Dediğim gibi vazgeçmek özgülüktür. Vazgeçin sizi esir alan düşüncelerinizden ve hırslarınızdan. Çekin havayı ciğerlerinize ve özgürlüğün tadını çıkarın…