Her bir insanın hayatında, kendini gerçekleştirme yolculuğunda ya da daha tatsız kuru bir ifadeyle, gelecek planlamasında, varoluş yolculuğunda, fiziki anlamda seyahatinde bir amacı vardır.

Bu dünya bir kitap. Seyahat etmeyenler sadece bir sayfasını okuyor. Ben bu dünyaya yaşam yolculuğu için bir tek kerelik gönderildiysem; imkânlarımı seferber edip, düşünüp, tartıp, en azından bulunduğum muhitin çitlerinin dışına çıkıp, bir nazar edip bu dünyada başka neler var; nasıl deneyimler var; başka nasıl yaşamlar var? Buna bir bakmakta yarar var diye düşünüyorum.

Kendimizi geliştirme sürecimizde, her şey bir tarafa, seyahat etmenin çok belirleyici ve çok dönüştürücü bir rolü var. Ufuklarınız genişliyor ve yaşama farklı açılardan bakıyorsunuz.

Seyahat teknolojileri artık çok kolaylaştı. Eskiden fiziki olarak çok yorucu, zahmetli ve belki de tehlikeli yolculuklar söz konusuydu. Şimdi bir yere gitmek istediğimizde internetten bilet organizasyonu, tur firması bulabiliyoruz. Firmalar sizin adınıza tüm seyahatinizin planlamasını yapıyorlar. Size de bavulunuz toplayıp evden çıkmak ve tadına vara vara gezmek kalıyor.

Seyyahla turist arasında farklar vardır. Özünde ikisi de yer değiştiriyor ama seyyahın ve turistin bakış açıları birbirinden farklı diye düşünüyorum. Farklı coğrafyalara bir seyyah olarak gitmekle; kum, güneş, deniz tatilinin farkları var. Seyyahlığı kültür tatili diye ayırt edebiliriz. İnsanlar yıl boyu okuyor ya da çalışıyorlar ve dinlenmek için de tek seferlik seyahat hakkını gidip deniz, kum, güneşle; her şey dahil bir otelde ya da bir tatil köyünde, bedenini hazlarla şımartmaya programlanmış.

Öyle hazırlanmış bir paket satın alıyor. Ciddi de fedakârlık yapıyorlar. Maddi olarak da az buz bir tutar değil. Bu paketlerin fiyatları koşullarına göre değişmekle beraber böyle bir seyahat insana ne katar? Bir şey katar mı? Yoksa götürür mü? Seyahat deyince pek çoğumuzun anladığı bu. Her şey dahil, açık büfeli, yemesi içmesi bol 5 yıldızlı bir otelde tatil yapmak ile kültür tatili ya da kültür seyahatinin arasında çok bariz farklar var.

Bu zamanın ruhuyla insanlar genellikle denize, deryaya iltifat edince dağlar, şehirler, sokaklar, tapınaklar ve ağaçlar biraz yalnız kalıyor. Popüler bir otel vardır, sakin bir koy vardır, temiz denizi vardır yemekleri güzeldir; balığına çorbasına iltifat edilir; insanlar oraya giderler. Burada karar verirken ciddi bir irade yoktur. Aslında bu insan doğasına uygun. Bu durumu ben çok fazla yadırgamıyorum. Ancak bu tür tatiller daha çok tüketime yönelik. Tüketime yönelik bir yaşam biçiminiz varsa tercihiniz bu yönde oluyor. Ancak kültür, tarih ve medeniyet odaklı seyahatler ihmal edildiğinde toplumun kültürel gelişimi olmuyor ama siz hayat standardınızı yükseltmeyi kültüre ağırlık vererek yaptığınızda bu sizi geliştiriyor. Örneğin, yeni bir lisan öğrenmenizin, yeni bir şehir görmenizin – ki bunun illa ki uzak diyarda bir şehir olması gerekmez -size büyük katkısı olacaktır. Kendi şehirlerimiz, kendi kültürümüz oldukça zengin. Örneğin, İstanbul bu açıdan bir derya, gezmekle, hikayelerini dinlemekler bitirilebilecek bir şehir değil. Şairlerin diliyle, bir taşı Acem mülküne feda “olan bir şehir. Yine Nedim’in söylediği gibi

Bu şehr-i sitanbul ki bi misl ü behâdır

Bir sengine yek pâre acem mülkü fedâdır

İranlılar da bunun altında kalmamışlar ve “İsfahan nıfsıcihan” yani “İsfahan dünyanın yarısıdır.” demişler.

Sırt çantam hazır. Siz bu yazıyı okurken ben ay sonu bir kez daha Portekiz, İspanya seyahatine gideceğim.

Şimdilik hoşça kalın