Kuru fasulye...
İki kelime, ama içinde bir milletin mutfak hafızası var.
Anadolu’nun neresine giderseniz gidin, kokusunu duyduğunuzda ev hissi verir. Tencerede ağır ağır pişerken çıkan o ses, sadece yemeğin değil, sofranın kalp atışıdır adeta.

Benim için kuru fasulye, çocukluğun Pazar akşamıdır. Sobanın üzerinde fokurdayan tencere, annenin “daha biraz pişsin” deyişi, babanın “yanına turşu da çıkar” demesi...
Evin içi, fasulyenin kokusuyla ısınır, dışarısı soğuk olsa da içeride sıcacık bir mutluluk vardır.

Ama itiraf edelim: kuru fasulye bir tariften fazlasıdır, sabrın yemeğidir.
Akşamdan sulara yatırmak gerekir; sabırsızsanız, olmaz.
Tane tane pişireceksiniz, ama dağılmayacak.
Biraz salça, biraz soğan, biraz da sevgi...
Kimine göre pastırmalı, kimine göre etsiz olur ama ortak nokta bellidir: Ekmek banılmadan yenmez!

Bugünün hızlı dünyasında, herkes beş dakikada yemek yapmanın peşinde.
Airfryer’da “fasulye olur mu?” diye soran bile çıkıyor. Olur elbette, ama o bekleme, o sabır, o kokunun eve sinmesi eksik kalıyor. Çünkü kuru fasulye sadece karın doyurmaz; zamanı yavaşlatır.
Bir tencere kuru fasulye, bize hatırlatır: Bazı şeylerin lezzeti aceleye gelmez.

Belki de en güzel tarafı budur.
Bir tencere kuru fasulye, yanında pilav, biraz turşu, bir de dost sohbeti…
İşte bütün tarif bu.
Mutfakta sabır, sofrada paylaşmak. Gerisi zaten kaynayıp gidiyor.