Siyasette ve ticarette yöneticilerin etrafında samimi, dobra, yanlışı ifade edebilecek birini bulmak neredeyse imkânsız. Münafık, riyakar ve dalkavuk olmak daha risksiz ve garanti olduğu için ’nabza göre şerbet’ vermeyi daha geçerli bir akçe olarak görmeleri sonucu, günümüzde hastalıklı bir şekilde bürokratından, siyasi teşkilat mensuplarına kadar herkese sirayet eden, konuştuğu zaman yalan konuşan, söz verdiği zaman sözünü tutmayan, kendisine bir şey emanet edilirse emanete hıyanet eden, kurtla beraber yiyip köpekle beraber havlayan, çobanla beraber ağlayan bir güruh oluştu. Her siyasetçi ve yöneticinin elinde bir mihenk taşı olması lazım ki karşısındakinin bu münafikane yaklaşımına karşı mihenk taşına vurup bakmalı kaç ayar? Sahte mi gerçek mi diye?
En zor ayırt edilen insan türüde sinsi insan türüdür. İyiyi bilirsin, kötüyü bilirsin, ona göre davransın ama sinsiyi bilemezsin. Dost değildir ama dost gibidir. İyi değildir ama iyi gibidir. Yanında değildir ama yanında gibidir.
Hubris Sendromunu bilenler bilir. Antik çağlardan beridir insanının en büyük günahı hubris olarak bilinir yani aşırı kendini beğenmişliktir, ki çoğunlukla nemesis ile, yani tanrıların gazabı ile cezalandırılır diye antik çağlarda anlatılır. Siyasette, bürokraside çok görülür ama en çok şımartılmış, pof poflanmış küçük makam müdürlerinde gözükür. Kendisini vali, kaymakam ile eş tutar. Tanrısal ego olarak da bilinir bu rahatsızlık, güç zehirlenmesi veya kibir sendromudur. Abartılmış gurur, aşırı özgüven, başkalarına hakaret ve kendinden başka herkesin yeteneklerini küçümseme şeklinde karakterize edilen Hubris Sendromuna sahip bireyler kendilerini birçok açıdan başkalarından üstün görmektedir. Günümüzde çalışanlarına, altlarına mobing yapan müdür, idarecileri duymuşsunuzdur.
Belirtileri şu şekildedir : Gerçeklik algısı zayıf ya da kopmuştur. Kişisel imajını devamlı geliştirme eğiliminde bulunur. Misal bir hafta sarışındır bir hafta esmer. Kendini iyi gösterebileceği durumlarda bulunmaya yatkınlık gösterir.Ona göre tüm dünya onunla uğraşıyordur. Davranışları yoğun bir endişe içerir. Dünyayı gücünü rahatlıkla sergileyebileceği ve kendini yüceltebileceği bir alan olarak görür. Aşırı bir özgüvene sahiptir. Ama boş bir özgüvendir. Abartılı bir şekilde kendini her şeyi başarabilen biri olarak görür. Kendini dünyanın merkezinde görürler.
Eleştiriye kapalıdır. Her şekilde kendisini haklı bulur. Kendisiyle hem fikir olmayanları “ötekileştirme ve aşağılama” vardır. Başkalarının fikirlerini ve görüşlerini küçümser, kendi fikirlerine karşı da aşırı bir güven duyar. Sadece üstün bir güce hesap verecek biri olarak kendini gösterir ve bu konuda yargılandığında ya da hesap vereceğinde haklı olduğuna inanır. Sahip olduğu aşırı kibir yüzünden işlerinin ters gitme ihtimalini bile göz önünde bulundurmadan yetersizlik gösterir.
Asıl kibir, öznellikteki hubris’in kabullenilişinin aslında tam da zıttı olan bir şeydir: Sahte tevazuda yatar. Gerçek tevazu sahipleri ile, sahte tevazu sahiplerini mihenk taşı ile ayırırken hubris ruhlu insanları ayırt etmek sadece feraset ile olur. Kişide tevazu ve vakar aşırıya kaçarsa buradan zillet doğar. Tevazu zilletle kibir arasındaki denge hâlidir.
Zillet de Allah’ın elindedir, izzet de …Firavuna mühleti veren de O’dur. Yapabildiğini yap ey hubris, Allah da ne yapacağını bilmektedir.
İnsana yakışan en güzel sıfat “fani” sıfatıdır. Mezarlıklarda bir cenaze defnederken hep aklıma, şimdi omuzlarında taşıyanların, birazdan cenazeyi defnettikten sonra mezarı düzeltmek için ayakları altında çiğnemeleri gelir. Topraktan yaratılan insanoğlu çiçek olup açacak mı yoksa çamurlaşacak mı, kendi elinde. Ama fani olan insanın fanilerden, aciz olan insanın acizlerden medet umması sonucu ayaklar altında çiğnenmeden kurtulamayacak.
Gevşemeyin ve mahzun olmayın! Eğer Mümin iseniz, üstün olan sizsiniz. (Al-i İmran, 139) ayetini anlamayan fani, insana dayanır, insan ölür. Ağaca dayanır, ağaç çürür. Duvara dayanır, duvar yıkılır. Bir tek kendine ve Rabbine dayanmaz. Gerçek kulluk ve özgürlük, Allah’tan başkasından asla bir şey beklememektir. İnsandan isteme ;verirse minnet vermezse zillet. Allah’tan iste; verirse nimet ,vermezse hikmet sırrınca hep sırtını dayayacağı dünyevi dostlar ve rütbeler peşinde koşar.
Fil Suresi, bize şu mesajı verir: Kazanmak için Fil gibi büyük ve güçlü olmak şart değildir. Allah, kimin yanındaysa, kazanacak olan odur mesajı verirken Yusuf Suresinde : Üzülme! Bu dünyada; dert insanlardan, ders hayattan, imtihan ise Allah’tandır. Sabret der.
Yusuf suresi ise acı bir ders verir, bu hayatta sana en yakın olan kimsenin, bazen seni en çok seven kimse olmayışıdır. Dikkatli ol! Tehlike yakınlarda olabilir çünkü düşman kör nişancıdır, dost ise nereden vuracağını bilir. Yusuf peygamberi kardeşleri kuyuya atmıştı. Kardeşlerinize, bizden dediklerinize dikkat edin.
Dünyada kime değer verdiğine dikkat etmeli insan,“Basit bir insana değer verirsen seni maddi manevi ezmeye çalışır. Çünkü kendini vazgeçilmez sanır. Kişilikli bir insana değer verirsen, değer gördükçe seni yüceltir. Çünkü seninle değerli olduğunu bilir. Hz. Yusuf’un ucuza satıldığı, Hz. Nuh’un yalanlandığı , Hz. İbrahim ‘in ateşe atıldığı, Hz.Musa’nın sihirbaz diye yaftalandığı ve Peygamber Efendimiz (sav)’in taşlandığı gamsız, riyakar, bu dünyadan çok şey beklememek lazım.
Sen kendinden eminsen, el alem değil Elli Alem de konuşsa , El Alim olan Allah , seni bildikten sonra, el alkışlar alem izler , sen de emin adımlarla yoluna devam edersin . Unutma! Allah, ne derse o olur. Yusuf Yüzlü değil Yusuf Yürekli olanları bulmak lazım. Victor Hugo da bu ifademi şöyle destekler: “Sadece bedenleri, şekilleri, görüntüleri sevenlere ne yazık. Ölüm her şeyi yok edecek; ruhları sevmeyi deneyin.”
İbrahim Oruç’un katkıları ve alıntıları bu yazıyı yazmamda çok ilham oldu. Neredeyse tüm kitaplarını bir haftada okudum. Sizlere de tavsiye ederim.