” İkra’ bismi rabbikelleziy halak (alak.s 1.ayet) ” ” Yaratan Rabbinin adıyla oku ”

Yunus Emre’ nin divanında dediği “Okumaktan murat ne? Kişi Hakk’ı bilmektir. Çün okudun bilmezsin, Ha bir kuru emektir.”  “ikra !” emrinin bir nevi şerhidir bence. Kendi varlığını, Dünya’daki sırları, kâinat kitabını gönül gözüyle okumaktır aynı zamanda. Okuyamayanlar, anlayamazlardı, anlamak için okumak lazım.

Bu ayeti ve emri yanlış anlayan eğitimciler, öğrencinin ve velinin canına oku! diye tefsir etmiş olacaklar ki; akıl tutulması ve bu kadarda olmaz denilen cinsten davranışlar sergilemekte. Öğrenciler söyleneni değil öğretileni yapar. Aristo, “İnsan sevmediği bir kimseden öğrenemez,” der.

Peki okumakla oluyor mu sadece? Okuduktan sonra anlamak, anladıktan sonra idrak etmek lazım. İdrak ettikten sonrada uygulamak lazım. Önce kendi hayatında sonra başkalarında. Çok okuyup idrak edemezsek riya hastalığı baş gösterir. Riya;  iyi, güzel, doğru, hayırlı ve makbul işleri Allah’ın değil; kulların rızasını gözeterek yapmaktır. Allah’ın rızasıda işini en iyi şekilde, faydalı ve örnek olmak için yapmak, mükafatını Allah’tan beklemektir. İyilik yap denize at, balık bilmezse halik bilir atasözünün bir çeşit tezahürüdür.

1.Sorumuz şu: Öğretmen yada idareci olarak, öğrencilere mi yoksa milli eğitime mi yaranmak için mi görev yapıyorsunuz?

Peki tamam, çok okuduk ve okuduğumuzu idrak ettik. Bitti mi? Niyetler kötü, vicdanlar yaralı ve habis ruhlu olunca bu sefer cerbeze hastalığı baş gösteriyor. Cerbeze; bildiklerini, okuduklarını, yalan ve iftiralarla kamuflaj yaparak kullanma hastalığı. Ağır ceza avukatı olmak isteyen kötü niyetli birinin sadece mafya avukatı olması gibi bir şey bu. Peki eğitimci, idareci cerbeze hastalığına yakalanırsa ne olur?

2.Sorumuz şu: Bir eğitimci velilere iftara atar mı ?

Ayet çok açık, hadis profesörü olmaya gerek yok: Yalan söyleyenler, iftira edenler, ancak Allah’ın ayetlerine inanmayanlardır. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir. Nahl 105 , Hakkında hiç bir bilgin olmadığı şeyin ardına  düşme;  (görüş  açıklayıp  iftira  etme.)  Çünkü insan, kulağının  gözünün  ve  kalbinin  işlemlerinden sorguya çekilecektir.”  (İsrâ, 36)

Bir iftira başka iftiralar doğurur, iftira atanın tüm geçmişi araştırılmalıdır. İftira öyle bir cürümdür ki, yanlışlıkla olmaz. Bir tercihtir, bir yoldur. Bu yola gireninde çıkacağı çıkmaz sokaktır. İftiranın ana kaynağı hasettir. Haset kalbi öldürür, bütün duyguları zehirler. Haset eden kişi su-i zann eder, su-i zan eden gıybet eder, gıybet eden yalan söyler, yalan söyleyen iftira eder. Peki bu durum bir eğitim kurumunda kangren haline gelmişse ne olur?

“Men dakka dukka” kaidesiyle, kötülük yapan kötülük bulur. Ahlaksızlık ve terbiyesizliğe prim verenler de yarın bir gün aynı muameleye maruz kalırlar.

O yüzden Siyasetçilerin ve İdarecilerin düsturları olmalı,

Dost ve düşmanın ittifakıyla , Tevazu ve mahviyet gibi yüksek ve güzel ahlâklara sahip olmalı.

Gençliği en yüksek ahlâk ile ahlâklandırmak ve dünyada açık fikirli, doğru ilim adamı yapmak için uğraşmalı,

Hem vatana hem millete, hem anne ve babalarına faideli, yüksek ahlâka sahip gençler yetiştirmeli,

Tevazulu, ağırbaşlı güzel faziletli olmalı. Fenalığa fenalıkla değil, iyilikle mukabele etmeli.

Tarafgirlik damarıyla, ahlaksız ve terbiyesizleri yanında barındırmamalı.

Hacı Bektaş Veli’nin de dediği gibi, insan kendisini arıtmadıkça başkalarını arıtamaz. Kötü huylardan, kötü düşüncelerden ve kötü ahlaktan başta bir eğitimcinin uzak durması ve arınması lazım. Bir siyasetçiyi bir devlet adamını öğretmenler yetiştiriyor. Ahlaklı nesil ahlaklı eğitimci ile başlar.

Ehliyet alırken gerekli olan psiko teknik yeni dönemde evlilik kurumuna ve eğitim sisteminede gelmeli. Ne çekiyorsak, evliliği bilmeyenlerden ve psikolojisi bozuk eğitimcilerden çekiyoruz. Trafikte psikolojisi bozuk insanlardan nasıl ölümcül kazalar, cinayetler oluyorsa evlilik ve eğitimde psikolojisi bozuk olan insanlardan da bir nesil ölüyor…