Yine yazmaya çalışırken yarım bırakılan bir şiir gibiyim.
Ne fazladan bir cümleye gerek var ne de kendimi anlatmaya.
Zira şiir bile "benli, senli" cümleler için de fazlasıyla yorgun.
Kelimeler bulutundan avuç içlerime dökülenleri yolladım Tanrım sana.
Şiirin son mısrasında saçlarımı kesiyorum.
Yere dökülen her teli vicdanına emanet ediyorum.
Ve yere döktüğüm her telle değişiyorum, yenileniyorum.
Gözlerim göğe ilişiyor,
Ayaklarım ıslak toprak kokusuna.
Hissettiğim soğuk kalbimi maviye taşıyor.
Ben uçuyorum. Kuşlara karışıyorum.
Bazı şiirler eksik kalmaz; sadece bir karar ânında susar. Ve insan da bazen aynen böyle susar hayatın ortasında. Ne anlatacak gücü kalır ne de kendini tekrar etmek ister. Çünkü öyle zamanlar vardır ki, kelimeler ne yapsa eksik kalır. İşte o anlarda insan, en çok kendine döner. Kestiği her saç teliyle eski yüklerinden arınır, sessizce bir dönüşüm başlar içinde. Ne bir vedaya ihtiyaç duyar ne de gürültülü bir yeniden doğuşa… Sadece bırakır ve değişir.
Bu şiir bir kırılma değil, bir yükselme. Göğe bakan gözlerle, toprağın kokusunu içine çeke çeke uçmayı öğrenmek. Soğuğu teninde değil, içinde hissettiğinde anlıyorsun artık başka bir renktesin. Belki hala üşüyorsun, ama bu defa titrediğin yer kalbin değil. Çünkü kendine döndüğünde, uçmayı da öğreniyorsun. Ve işte tam o anda: Kuşlara karışıyorsun