Sanki tonla sorunun cevabı verilmişti de bir bunun yoktu.
Bir şeyleri sevmek için hangi nedenin arkasına sığınmalı insan?
Seni sen olduğun için seven, kokun, gamzen, ürkek bakışlarının bir puzzle gibi tamamlandığı fotoğrafın kocaman parçasısın sen.
Tek bir nedene bağlayamayacak kadar özel detaylara sahipsin.
Papatya gibi özgürsün.
Bazen bir uçurum kenarında açarsın bazen deniz kenarında.
Parayla satın almaya gücü yetmez o zengin yeni yetmelerin…
Zaten dikkatlerini de çekmezsin bunca gül, orkide gibi allanıp pullanıp rengârenk ambalajlara sarınan çiçekler arasında.
Ama hepsinden özel hikâyelere açılır yaprakların.
Bir bir dökerken bedeninden her bir parçanı, bir fala kurban giderken daha kötüsü bedenin koparıldığında dalından işte o zaman dünyanın en güzel kokularından birini yayarsın.
Çok kimse bilmez papatyaların öldüğünde koktuğunu.
Çok kimse bilmez ölümün böylesine güzel koktuğunu...
#HK


---

Papatyaya dair bu hikâye bize aslında insanın da aynı sadelik ve özgürlük içinde anlaşılabileceğini fısıldar.

İnsan da papatya gibidir aslında. Varlığıyla, karakteriyle, bakışıyla bir parmak izi kadar eşsizdir. Her birimizin ruhu, bedeni ve kimyası birbirinden ayrı ve özeldir. Birini sevmek bazen onun küçük bir ayrıntısıyla başlar; bir gülüş, bir bakış, bir dokunuş… Ama o tek şey aslında bir bütünü işaret eder. Çünkü gülüşü de, zekâsı da, merhameti de onun varlığını tamamlayan yapraklardır.

Papatya bize sadeliğin gücünü gösterir. Güzellik gerekçelerden değil, varlığın kendisinden doğar. Öyle özgürdür ki; ister dağ yamacında, ister deniz kenarında, ister bir saksıda açar. Bulunduğu yere anlam katar, kendi varlığından başkasına ihtiyaç duymaz.

Hayat da çoğu kez böyledir aslında. Bizi sevilmeye layık kılan şey, tek bir parçamız değil, parçaların oluşturduğu bütündür. Ve sevgi, o bütünü görebildiğimizde gerçeğe dönüşür.

Peki sen, birini severken tek bir özelliğine mi tutunuyorsun, yoksa bütün bir varlığıyla görmeyi mi seçiyorsun?