Neyi ekersen onu biçersin dememiş mi atalarımız?
Ahlarımı ektim.
Koca bir gövdeye yerleşti
kendi içinden sızan yeşil dalları.
Ismini ahlar ağacı koydum.
Dilimdeki duayla suladım gün aşırı,
Her ezan vakti önünde namaza durdum.
Her ezan vakti göğsümden çıkardığım siyahlara ortak ettim onu.
Adını ahlar ağacı koydum.
Adam asmanın yasak olduğu bu memlekette onları gönüllerinden astım.
Yerleştirdiğim üç beş isme her gün biat ettim
Ve ben, kendi ellerimle diktiğim o koca ağacı
sevgiyle nefret arası bir duyguyla büyüttüm.
Nasıl olur demeyin.
Olur.
Zaten nefret sevginin müádili değil midir?
Ahlar ağacı meyve olup tek tek yere döküldüğünde
Her bir meyve gözyaşı ile sulanan topraklarımda çürüdüğünde
Ben de bu dünyadan göç edeceğim...
#HK
---

Bu şiiri yazdığımda Didem Madak’ı henüz tanımıyordum. Ama yıllar sonra onun dizelerini ilk okuduğumda, içimde bir yerin çoktan onu tanıdığını fark ettim. Sanki ruhlarımız, kelimelerle tanışmadan çok önce aynı ağacın altında durmuş, aynı "ah"ı başka zamanlarda içimize çekmiş gibiydi. Ben “ahlarımı ektim” derken o, çoktan “ahlar ağacından meyve toplayın” diyordu. Bu nasıl bir kesişimse, şiirin toprağında kendine kardeş buluyor insan.

Didem Madak, acının kadın halini hem çocukça hem isyanla hem de derin bir şiirsellikle anlatan bir sestir. Onun dizelerinde meydan okumak da vardır, suskunluk da… En çok da yutulmuş “ah”ların sesi vardır. Onun şu şiiriyle tanıştığımda, yazdığım her kelimenin sessizce ona doğru aktığını anladım:

“Sanırım Tanrı’nın eliydi,
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan...
Gel!
Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla.”

Ve ben, o ağaçtan çoktan toplamıştım. Bilmeden, tanımadan, hisle.
Vasiyetimdir: Bin ahımın hakkı toprağa kalsın…
Ve Didem’e selamla.