Geçenlerde iç sesim bana şöyle dedi:
“Ya her istediğine, istediğin anda sahip olsaydın?”
Bir an düşündüm. Eğer her şey istediğim gibi olsaydı, hiç bu engebeli yollardan geçmeseydim, hep düz bir asfaltın üzerinde yürümüş olsaydım… nasıl birine dönüşürdüm?
Cevabı bulmam uzun sürmedi: tembel bir Hale.

Çünkü içimde iki farklı ben var.
Biri keyifçi, konfor alanını terk etmekte zorlanan, kolay yoldan yürümek isteyen Hale.
Diğeri ise kararlı, savaşçı, ayaklarının üzerinde duran, istediğini elde eden Hale.
Bu ikisi birbiriyle zıt, ama aynı bedende aynı anda var. Ve biri harekete geçsin diye, diğerinin rahatından vazgeçmesi gerekiyor.

Bugün kendi gökyüzümde özgürce uçabiliyorsam, bir kafede istediğim çayı, kahveyi özgürce içebiliyorsam — ki bu kulağa basit gelebilir ama benim için bir özgürlük alanı demek — hepsi o savaşçı Hale sayesinde. Kimseye muhtaç olmadan, kendi gücümle.

Bir düşünür şöyle demişti:
“Nerede zorlanıyorsanız, orası sizin geliştiğiniz yerdir.”
Ne zaman kendimi bir nezarethanede gibi sıkışmış hissetsem, biliyorum ki bilmediğim bir konunun içinde, öğrenme sürecindeyim. Çünkü bazı gecelerin sabahı doğurması gerekir. Zorlanmadan, yorulmadan, çırpınmadan hiçbir aydınlık gelmez.

Ve bugün biliyorum ki, ben o engebeli yollardan geçerken aslında kaybolmuyordum; kendime giden yolu döşüyordum.
Asfalt yol kolaydı belki, ama beni ben yapmadı.
Toprak yol çamurluydu, yorucuydu, ama o yolun sonunda kendi gücümle yürümeyi öğrendim.

Peki sen, kolay yolların rahatlığında mı yürüyorsun, yoksa toprak yollarda kendine giden yolu mu arıyorsun?