"Hayat dediğin, iki lafın arasıdır;
Biri ‘merhaba’, biri ‘elveda’.
Mutluluksa, bu arada bir kahve içebilmektir."
— Cemal Süreya
Cemal Süreya’nın dediği gibi, hayat; inişleri ve çıkışlarıyla kısacık bir serüvendir. Kimi zaman şarkıların ve türkülerle anlatılan anların içinde gizlidir, kimi zaman ise sessizce akıp giden bir anıya dönüşür. Hiçbirimiz hayatı tek düze yaşamıyoruz. Bazen derin acılarla, bazen de içimizi dolduran sevinçlerle karşılaşıyoruz. Aslında o derin acılar da en az mutluluklar kadar, bizi biz yapan; öğrenmemizi, güçlenmemizi sağlayan kutsal deneyimlerdir.
Fakat sosyal medyanın dayattığı görüntüler, bu gerçeği görmekten alıkoyuyor çoğumuzu. Karşımıza çıkan gülümseyen yüzler, mükemmel anların fotoğrafları, parlak hayatlar… Hepsi birer sahne. O sahnelerin ardında ise çoğu zaman yalnızlık, mutsuzluk ve eksiklik saklıdır. Bizi yanıltan, “herkes mutlu, ben değilim” hissi aslında bir illüzyondur.
Gerçek mutluluk, başkalarının sahnelerinde değil; kendi hayatımızdaki küçük, samimi anlarda gizlidir. Sevdiğimiz insanlarla geçirilen zaman, tutkuyla yaptığımız işler, bize iyi gelen hobiler… İşte bizi biz yapan, ruhumuza dokunan anlar. O anlara odaklandıkça, dışarıdaki “mutluluk gösterisi” giderek anlamını yitirir.
En son ne zaman, sevdiğin birine sımsıkı sarıldığında; rüzgâr yüzüne değdiğinde, hayatta ve gerçekten yaşıyor gibi hissettin?
En son ne zaman, tutkuyla yaptığın işte gurur ve mutluluk duydun?
Ve en son ne zaman, ailene ayırdığın vakitte derin bir huzur hissettin?
Belki de mutluluk, gösterişli anlarda değil, bu küçük, gerçek anlarda saklıdır. Ve belki de en büyük cesaret, hayatın tüm karmaşası içinde kendi gerçekliğimizi kabullenip, ona sarılmaktır.