“Fırtına geçtikten sonra, hatırlamazsın nasıl atlattığını.
Ama bir daha asla eskisi gibi olmazsın.”
— Haruki Murakami
Hayatın içindeki her an, her güçlük, her savaş…
İnsanı bambaşka bir yere sürüklüyor. Sarsıyor, savuruyor, bazen durduruyor ama en çok da dönüştürüyor.
Eskisi gibi olmadığımı fark ettim. İnsan özünde aynı kalabilir belki, ama üzerine atılan her harçla başka bir şeye dönüşüyor. Ben de öyle oldum.
Her çatlağa rağmen daha sağlam, her yara izine rağmen daha diri…
Bedenim artık bir gövde; içinde suskunluk barındıran, ama ayakta duran.
Değişime zaman zaman direnç gösterdim, ama akış dediğimiz şey, nehir gibi: Sen istesen de istemesen de seni alıp götürüyor. Biraz sürükleniyorsun, biraz tutunuyorsun, en sonunda kabulleniyorsun.
İnsan, her üst aşamaya geçerken acı çeker.
Tıpkı bir tırtılın, kelebek olmadan önceki sessiz savaşında olduğu gibi...
İçten içe yandığın, ama dışarıdan hâlâ “iyiymiş” gibi durduğun o anlar var ya —
işte tam orada büyüyorsun.
Hayat, tıpkı kalp ritmi gibi… Aşağı yukarı giden bir yol.
Zaten her şey tekdüze olsaydı, bu bir yaşam değil, bir bitiş olurdu. İnsan hayatında her şey mümkün; her an, beklenmedik mucizelere gebe olabilir.
Çünkü hayat, bazen en olmayacak yerden bir filiz uzatır, bazen de en çok emek verdiğimiz yerden sessizce çekilir. Ama bu da bizi eksiltmek yerine güçlendirir; başka bir yöne, başka bir hâle evirir.
Önemli olan, akışa kör olmamak. Başımıza gelenlerin farkında olmak ve içimizdeki gücü neye dönüştürdüğümüzü bilmek.
…Ve belki de tüm mesele bu:
Yaşadıklarımızı gerçekten yaşayıp yaşamadığımızı,
geçip gidenleri geçip gitmeden önce fark edip etmediğimizi…
Peki ya sen?
Sen, hangi mevsimden geçtin?..